Yorum-Analiz

İman mı, Amel mi? İnanç mı, Ahlak mı?

Bu soru İslam düşünce tarihi boyunca tartışılmıştır. İkisi birdir, diyen mezhepler var. Ayrı ayrı şeylerdir, diyenler de var. Çağımızda en kuvvetli iman cereyanını başlatan Bediüzzaman, 13. Lem’a’da ayrı şeylerdir, diyor. Fakat amelin imandan ayrı olmasına rağmen amelin farz oluşuna inanmak lazımdır; bu manada iman ve amel demek olan İman-İslam birbirinden ayrılmaz, diyor; 9. Mektupta. Nitekim Ehl-i Sünnet mezhebi, ayrı ayrı şeylerdir, dedi. Dini yaşamayan zalim sultanlara özellikle Emevilere fetva vermiş oldular. Ama Kur’an’ı iyice incelediğimizde, iman etmeyen veya imanında bir hayır işlemeyen kurtuluşa ermez diye ayetler çok var. Nitekim bütün Kur’an’da iman (inanç) ve amel-i salih (yararlı işler) hep beraber ve ayrılmaz bir ikili olarak anlatılır.

Maalesef, Ehl-i Sünnet bu çok ve ayrılmaz biçimde anlatılan ikili yapıdaki amel-i salihi de yanlış anladı; bunu namaz ve oruç gibi ritüel ibadetlere has kıldı. Amel-i salihi ahlak ve diğer yararlı dünyevi işler diye anlamadı. Ama Bediüzzaman, bu ayeti ahlak diye çevirdi. Ve kişiden kişiye, yerine göre bu ahlak değişir, dedi. Ritüellerin ismi ise ona göre, amel-i salihten ziyade ebedi kalan işler (Bakiyatus-salihat) idi. Kehf suresinin tamamı içinde bu tabir, ölümsüz bilinç veren işler diye anlatılıyor. Daha sonraki mektuplarında Bediüzzaman, günah işlerken imanî bir hassasiyet göstermeyenler ehl-i necat (kurtuluşa erenler) olamaz, diye yukardaki fetvasını revize etti. Ve o amel-i salih kavramını 1920’de ahlak manasında şöyle izah etti:

(İman ederek salih işler yapanlar…)  اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

Kur’an “salihat”ı mutlak, mübhem bırakıyor. Çünkü ahlâk ve faziletler, hüsün ve hayır çoğu nisbîdirler. Neviden nev’e geçtikçe değişir. Sınıftan sınıfa nâzil oldukça ayrılır. Mahalden mahale tebdil-i mekân ettikçe başkalaşır. Cihet muhtelif olsa muhtelif olur. Fertten cemaate, şahıstan millete çıktıkça mahiyeti değişir. Mesela cesaret, sehavet erkekte gayret, hamiyet, muavenete sebeptir. Karıda nüşûze, vekahete, zevc hakkına tecavüze sebep olabilir. Mesela zayıfın kavîye karşı izzet-i nefsi, kavîde tekebbür olur. Kavînin zayıfa karşı tevazuu, zayıfta tezellül olur. Mesela bir ulü’l-emr, makamındaki ciddiyeti vakar, mahviyeti zillettir. Hanesinde ciddiyeti kibir, mahviyeti tevazudur. Mesela tertib-i mukaddimatta tefviz, tembelliktir. Terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa’yine, kısmetine rıza kanaattir. Meyl-i sa’yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûn-himmetliktir. Mesela fert mütekellim-i vahde olsa müsamahası, fedakârlığı amel-i salihtir. Mütekellim-i maalgayr olsa hıyanet, amel-i talih olur. Mesela bir şahıs kendi namına hazm-ı nefis eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefis edemez. Her birinde birer misal gördün, istinbat et. Mademki Kur’an bütün tabakata, bütün a’sarda, kâffe-i ahvalde şâmil bir hitab-ı ezelîdir. Hem nisbî hüsün, hayır çoktur. Salihattaki ıtlakı beliğane bir îcaz-ı mutnebdir. Beyanda sükûtu, geniş bir sözdür. (Sünuhat Kitabından)

Bir kitap kadar mana taşıyan bu pasajın günümüz diliyle anlamı şudur:

Kur’an salihat (yararlı şeyler) deyimini herhangi bir ek izah ile bağlamıyor. Onu serbest bırakıyor. Çünkü yararlı şeyler olan ahlak ve erdemler, güzellik ve iyiliklerin çoğu görecelidir. Türden türe geçtikçe değişir.  Sosyal sınıftan diğer sınıfa indikçe niteliği ayrılır. Mekândan mekâna yer değiştirdikçe başkalaşır. Bu önermenin yönü değişirse hükmü de değişir. Bireyden topluluğa, şahıstan millete yükseldikçe mahiyeti değişir.

Mesela; cesaret, cömertlik, erkekte gayrete, korumacılığa ve yardımlaşmaya sebeptir. Evli kadında, itaatsizliğe, yanlış iş yapmaya, koca hakkına tecavüze sebep olabilir. (Yani her zaman değil.)

Mesela; zayıfın güçlüye karşı izzet-i nefsi, güçlüde olsa kibirlenme olur. Güçlünün zayıfa karşı alçak gönüllülüğü, zayıfta olsa alçalma olur. Mesela bir Bakanın, makamında ciddi olması vakardır. Makamında kendini zayıf göstermesi zillettir. Kendi evinde ciddi davranması kibirlenmektir, alçakgönüllü davranması tevazudur.

Mesela; Bir işin basamaklarını hazırlamada işi Allah’a bırakmak, tembelliktir. İşin sonucu ortaya çıkmasında tevekküldür. (İşi Allah’a ısmarlamadır.) Çalışmasının sonucuna ve şansına kanaattir, çalışma eğilimini güçlendirir. Çünkü çalışmayı bırakıp mevcut ile yetinmek aşağılık bir davranıştır.

Mesela; bir kişi kendi şahsi namına konuşsa, müsamaha ve göz yumması, fedakârane davranması, bir amel-i salihtir (ibadettir.) Toplum namına konuşsa, müsamaha ve göz yumması hıyanet (amel-i talih: acı veren bir iş) olur.

Mesela; kişi kendi namına nefsini yok sayabilir. Gururlanamaz. Fakat millet namına gururlanabilir. Kendini alçaltamaz.

Her bir ahlaktan birer numune gördün, diğer benzer maddeleri sen çıkarabilirsin.

Madem Kur’an her nevi sınıfa, her çağda, her durumda hitap eden zaman üstü bir kitaptır. Ayrıca göreceli güzellikler ve iyilikler hakiki güzellik ve iyiliklerden daha fazladır; elbette bazı deyimlerini genel bırakması, çok uzun mana ifade eden edebi bir vecize gibidir. Açıklarken susması, geniş bir konuşmadır.

{Diğer bir misal: Bir müminin namaz kılması, dininin güzelliklerinden sürekli bahsetmesi, cihattır, ibadettir. Fakat bunu bir siyasetçi yapsa dini siyasete alet etmektir, münafıklıktır. Kur’an’ın tabiriyle münafıklar, cehennemin en dibindedirler. (4/145) Yukarıdaki pasajın yazarı Bediüzzaman’a göre, dini siyasete alet etmek, dine en büyük darbeyi vurmaktır. Lahikalar.}

Bahaeddin Sağlam

Bir Cevap Yazın