Yazarlarımız

Gökyüzünün Lütfu

Hüseyin YILDIRIM

Hayatın koşturmacası içinde çoğu zaman etrafımızdaki mucizelere körleşiyoruz. Gökyüzünü görebilmek, geceyi gündüzden ayırmak, güneşin batışına hayranlıkla bakmak ya da ayın her evresinde bize hikâyesini anlatmasını izlemek…
Bunların hepsi bize verilen birer armağan, fakat farkında bile olmuyoruz.
Sabahları kuş cıvıltılarıyla uyanmak ne büyük bir huzur aslında.
Ezan sesiyle yankılanan sokaklar, bizi kendi iç dünyamıza davet eden manevi bir çağrı gibi. Bir ağacın baharda yeşermesi, yapraklarının yaz güneşiyle dans etmesi, sonbaharda altın sarısına bürünüp yere serilmesi…
Her biri doğanın bize sunduğu bir tiyatro gösterisi. Üstelik bu gösteri, bize hiçbir bedel ödetmeden, sadık bir arkadaş gibi her yıl yeniden sahneleniyor.
Fakat biz ne yapıyoruz?
Gözlerimizi telefon ekranlarına, ruhumuzu sıkışık günlük rutinlere hapsetmişiz.
Doğa konuşuyor, biz susuyoruz. Güneş batarken o muhteşem renkleriyle gökyüzünü boyuyor; biz gözümüzü bile kaldırmıyoruz.
Oysa bir an için durup izlesek, aslında ne kadar zengin olduğumuzu fark ederiz.
Bu nimetlerin değerini anlamak için kaybetmek mi gerek?
Şehir ışıkları altında yıldızların kaybolduğunu gören kaç kişi, karanlık bir köy gecesinde yıldızların muazzam dansını hayranlıkla izlemiştir?
Ya da yüksek binaların arasında günbatımını görmeye hasret kalan bir insan, bir tepeye çıkıp ufku seyretmenin ne demek olduğunu ne kadar özler?

Hayat bize bahşedilmiş bir armağan ve bu armağan her detayıyla bir mucize.
Belki de hepimiz biraz daha yavaşlamalıyız.
Bir ağacın yeşermesini, bir kuşun ötüşünü, bir güneşin doğuşunu ya da ayın dolunaya dönüştüğü o büyülü anları kaçırmadan izlemeliyiz. Hayatı gerçekten yaşamak, sadece nefes alıp vermek değil; o nefesin içinde bu güzellikleri fark edebilmekle mümkün.
Gökyüzüne bakmayı unutmayın. Kuşların şarkısını dinlemeyi ihmal etmeyin.
Çünkü bunlar, bize sunulmuş en büyük lütuflardan biri. Ve belki de, hayatın en anlamlı yanını bulmanın yolu, önce bu lütufların farkına varmaktan geçiyor.

Bir Cevap Yazın