Yazarlarımız

Dağlar Ayırmaz, İnsanlar Ayırır

Ertaş ÇAKIR

Coğrafyanın insanlar arasında sınır koyduğu yanılgısı, aslında modern ulus devletlerin bir icadıdır. Tarih boyunca, dağlar aşılması gereken engeller değil, birer geçiş noktası olmuş, nehirler ise sınır çizgileri değil, halkları birbirine bağlayan yaşam kaynakları olarak görülmüştür. Türk tarihi de bu gerçeğin bir kanıtıdır. Orta Asya bozkırlarından Anadolu’ya kadar uzanan bu hikâye, sınırların yalnızca haritalarda var olduğunu, kalplerde ve kültürde bir bütünlük bulunduğunu bize anlatır.

Dağların ve Nehirlerin İnsani Bağlamı
Dağlar ve nehirler, doğal olarak ayrılık sembolü gibi görünse de tarihe baktığımızda tam tersi bir anlam taşırlar. Türkler için dağlar kutsaldır; Anadolu’dan Orta Asya’ya kadar bu coğrafi unsurlar, milletin gücünün, direncinin ve özgürlüğünün simgesidir. Nehirler ise hayat veren damarlar gibidir. Amu Derya’dan Fırat’a kadar uzanan bu su yolları, Türk dünyasının ortak hikâyesinin birer tanığıdır.

Ancak modern zamanlarda, bu coğrafi unsurların sınır olarak kullanılması, insanları birbiriyle çatışmaya ya da ayrı yaşamaya zorlamıştır. Halbuki bu topraklarda yaşayan halkların yemek kültüründen müziğine, atasözlerinden hikâyelerine kadar her şeyi birbirine benzer. Dağlar, köyleri birbirinden ayırmış gibi görünse de o köylerin insanları aynı türküleri söyler. Nehirler, farklı milletlerin sınırı olarak tanımlansa da bu nehirlerin taşıdığı su aynı hayata can verir.

Sınırlar ve Siyasi Çizgiler
Modern ulus devletlerin yükselişiyle birlikte, coğrafi özellikler siyasi sınırlar haline geldi. 20. yüzyılda, özellikle Orta Asya ve Anadolu arasında bir Türk kimliği bölünmeye çalışıldı. Sovyetler Birliği, Türk dünyasını parçalamak için dil, alfabe ve kültür ayrımları oluşturdu. Türkiye ve diğer Türk devletleri arasında coğrafi mesafeler yetmezmiş gibi yapay kültürel sınırlar da oluşturuldu.
Bu ayrımlar, sadece halklar arasında değil, aynı zamanda bireylerin kendi kimliklerinde de bir karmaşaya yol açtı. Orta Asya’da bir Türk ile Anadolu’da bir Türk arasında kültürel benzerlikler her ne kadar belirgin olsa da modern sınırlar bu ortaklıkların fark edilmesini engelledi. Oysa tarih, bu yapay ayrılıkların tersini gösteriyor.

Bozkır ve Birlik
Türkler için bozkır, özgürlüğün ve sınırsızlığın sembolüdür. Bozkırda sınır yoktur; Türklerin göçebe kültürü, bu coğrafi özellik üzerinde şekillenmiştir. Dağlar, bozkırı tamamlayan bir parça; nehirler ise hayatı sürdüren bir unsur olmuştur. Ancak bugün, aynı bozkırda yaşayan insanlar farklı ülkelerin vatandaşları olarak tanımlanıyor.
Bu durum, Türk dünyası arasında bir yabancılaşma tehlikesi doğuruyor. Oysa ki ortak tarihimiz, bu sınırları aşmak için yeterli bir bağdır. Bugün bir Kazak ya da Kırgız, Türk mutfağını tattığında kendini evinde hisseder; bir Türk, Türkmen halısına dokunduğunda kendi geçmişine dokunmuş olur. Bu bağlar, modern sınırların ötesine geçebilir.

Birlik ve Modern Dünyanın Getirdikleri
Günümüzde teknolojinin gelişmesi ve iletişim araçlarının yaygınlaşması, bu sınırların aşılması için yeni fırsatlar sunuyor. Türk dünyası, ortak bir kültürel ve ekonomik platform oluşturma yolunda ilerliyor. Türk Konseyi gibi organizasyonlar, bu tür bir birliği güçlendirmek için önemli adımlar atıyor. Aynı zamanda kültürel bağların güçlenmesi için dizi, film ve müzik gibi medya araçları da kullanılabilir.
Bu adımlar, halklar arasındaki ayrılığın coğrafyadan değil, algıdan kaynaklandığını bir kez daha gösteriyor. Bir Türk, Kazak kardeşine ya da bir Azerbaycanlı, Türkmen kardeşine uzanan bir el olduğunda, dağlar ve nehirler bu birliğe engel olamaz.

Sonuç: Aynı Gökyüzü Altında
Dağlar ve nehirler, aslında bizi ayırmıyor; onlar, aynı coğrafyanın farklı güzellikleridir. Gerçek ayrılığı yaratan, insanlar arasındaki zihinsel duvarlardır. Eğer bu duvarları yıkmayı başarabilirsek, Türk dünyası tekrar bir araya gelebilir. Çünkü aynı tarihi, aynı kültürü ve aynı kanı paylaşan insanlar için sınırların anlamı yoktur.
Dağlar ve nehirler bir gün haritalarda sadece birer detay olarak kalacak. Asıl önemli olan, Türk milletinin birlik ruhunun tekrar canlanmasıdır. Bizler, aynı gökyüzü altında, aynı bozkırın
çocuklarıyız ve bu bağ hiçbir zaman yok edilemez.

Bir Cevap Yazın