Dr. Nedim BİRİNCİ
Hayatta gördüğümüz her şeyin bir zıddı var.
Siyah ve beyaz, iyi ve kötü, doğru ve yanlış.
İnsanlık tarihi boyunca bu zıtlıkların savaşına tanık olduk. Ancak en tehlikelisi, kötünün iyiyi taklit ettiği anlarda saklıdır. Çünkü kötü, açıkça belli olduğunda ondan korunmak kolaydır; ama iyi gibi görünüyorsa, işte o zaman dişini kıran beyaz bir taş olur.
Beyaz pirincin içindeki siyah taş, dikkatli gözler tarafından hemen fark edilir.
Bilirsin ki o taş, sana zarar verebilir. Münafık ise beyaz taş gibidir.
Görünüşte masum, faydalı, hatta dostça durur.
Ancak varlığını, zararı dokunduğu anda anlarsın. Pilavı yudumlarken birden dişini kırdığında fark edersin, “Bu taş buraya nasıl girdi?” diye sorarsın kendine.
Devletler, milletler ve bireyler bu beyaz taşlardan her zaman korkmalı.
Çünkü bir ülkenin en büyük düşmanı, dışarıdaki ordular değil, içindeki münafıklardır. Tarih, nice güçlü devletin dış düşmandan önce içten çürüdüğünü anlatır bize.
Güçlü liderler, ordularını ve devletlerini bu beyaz taşlardan korumayı bilirlerse ayakta kalabilirler. Eğer ihmal ederlerse, en keskin kılıç bile en ufak darbede kırılır.
Peki, bu beyaz taşları nasıl fark edeceğiz? Allah, bizlere akıl ve kalp vermiştir.
Kalbimizi samimiyetsiz niyetlere karşı duyarlı, aklımızı da bu niyetleri ayırt edebilecek kadar keskin tutmalıyız. Her dost gibi görünene güvenmek, her güleryüzlüyü içten sanmak, sadece bireyleri değil, toplumları da yıkıma sürükler.
Bu yüzden duamız nettir: Allah’ım, bizi, ailelerimizi, ordularımızı ve devletimizi beyaz taşlardan koru. Görünüşte masum, ama özünde felaket olanlardan uzak eyle.
Çünkü bazen asıl düşman, soframıza kadar girmiş olan, fark etmediğimiz taşlardır. Onları görmek için dikkat ve hikmet gerekir.
Unutmayalım, saf niyetle ve dikkatle baktığımızda siyah taşı hemen fark ederiz.
Ama münafığı anlamak, zaman ve tecrübe ister.
Dişimizin kırılmaması için daha dikkatli, daha ferasetli olmalıyız.