Rafet ULUTÜRK
Suriye’de yaşananlar, yalnızca bir iç savaş ya da bölgesel krizden ibaret değildir. Bu olaylar, bir yüzyılın hesaplaşmasıdır ve sadece coğrafyanın değil, insanların, kimliklerin ve tarihsel bağların sınandığı bir dönemi temsil eder. Türkiye’nin bu süreçteki rolü ise yalnızca bölgesel bir aktör olmaktan çıkıp, küresel bir vizyon ortaya koyarak tarih yazma girişimidir. Ancak bu hikayeye farklı bir pencere açarak, bu süreci derinlikli bir şekilde değerlendirebiliriz.
Tarihi Coğrafya ve Kimlik Meselesi
1. Sınırların Yapaylığı
Bugün Suriye ve Türkiye arasında çizilmiş sınırlar, bir asır önce büyük güçlerin masalarında alınan kararların ürünüdür. Osmanlı sonrası dönemde, Sykes-Picot gibi anlaşmalarla Orta Doğu’nun haritası çizilirken, bölgedeki halkların kimlikleri, ilişkileri ve tarihsel bağları dikkate alınmamıştır. Bu sınırlar, halkların ruhuna ve kimliğine yabancı bir şekilde oluşturulmuş, kültürel bağları kesmiştir.
Ancak tarih, bu yapay sınırları sürekli sorgulamıştır. Türkiye ve Suriye halklarının asırlara dayanan ortak geçmişi, savaşın en zor dönemlerinde bile bu bağların tamamen kopmadığını gösteriyor. Türkiye’nin Suriyeli mültecilere yönelik politikasını sadece insani bir refleksle açıklamak eksik olur; bu politika aynı zamanda tarihi bir mirasın ve sorumluluğun yeniden hatırlanmasıdır.
2. Kardeşlik ve Kimlik
Bir asır önce çizilen sınırlar, halkların kimliklerini tamamen değiştirmedi. Türkiye ve Suriye halkları, aynı kültürel, dini ve tarihi mirası paylaşmaktadır. Bu kardeşliği unutarak Suriye’deki durumu yalnızca bir dış politika sorunu olarak görmek, meseleyi anlamakta başarısız olmaktır. Bugün Suriyeli mülteciler meselesine soğuk bir politik sorun olarak yaklaşanlar, tarihsel bağlarımızı ve bu halkların kardeşliğini göz ardı ediyor.
Türkiye’nin Yeni Rolü: Güç ve İnsaniyet Dengesi
1. Oyun Kurucu Türkiye
Türkiye’nin Suriye’de attığı adımlar, dünya siyaseti açısından bir ilki temsil ediyor. Bir yandan kendi ulusal güvenliğini sağlarken, diğer yandan mültecilerin güvenli şekilde ülkelerine dönüşlerini sağlayacak adımları atıyor. Bu, sadece askeri ve diplomatik bir başarı değil, aynı zamanda insanlık adına yazılmış bir hikayedir. Ancak bu başarıya gereken değer verilmediği gibi, bazı çevrelerce küçümseniyor.
Türkiye’nin bu süreçteki rolü, artık pasif bir ülke olmaktan çıkıp, küresel oyun kurucu bir aktöre dönüştüğünün göstergesidir. Batılı devletlerin çıkar çatışmalarıyla tıkandığı bir ortamda, Türkiye’nin insani temelli stratejisi yeni bir paradigmaya işaret ediyor. Ancak bu yeni paradigma, Türkiye içindeki bazı çevrelerce dahi yeterince anlaşılamıyor.
2. “Türkiye Ne Der?” Dönemi
Eskiden Türkiye için hep şu sorular sorulurdu: “Amerika ne der?”, “Rusya nasıl tepki verir?” Ancak bugün, dünya giderek “Türkiye ne der?” sorusunu sormaya başladı. Bu dönüşüm, Türkiye’nin sadece kendi çıkarları için değil, aynı zamanda bölge halklarının huzur ve güvenliği için bir çözüm merkezi haline geldiğini gösteriyor.
Stratejik Perspektiften Tarihi Dersler
1. Tarihi Derinlik ve Öngörü
Suriye’deki gelişmelerin bugünden yarına şekillendiğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Halep’in alınması, güvenli bölgelerin oluşturulması gibi gelişmeler, yıllar öncesinden yapılan stratejik planlamaların sonucudur. Ancak bu uzun vadeli stratejiyi anlayamayan birçok yorumcu, meseleyi günlük olaylar üzerinden değerlendiriyor. Bu, yalnızca stratejik bir körlük değil, aynı zamanda tarihi analiz eksikliğidir.
Bir tarihçi, geçmişten aldığı derslerle geleceği şekillendirebilmelidir. Türkiye’nin Suriye’deki hamlelerini anlamak için yalnızca bugüne değil, Osmanlı’dan günümüze uzanan tarihsel bağlara bakmak gerekir. Türkiye’nin gücü, yalnızca askeri ve ekonomik kapasitesinden değil, aynı zamanda bu tarihsel derinlikten gelmektedir.
2. Büyük Resmi Görmek
Suriye’deki savaşın ön cephede görünen kısmı sadece buzdağının görünen yüzüdür. Asıl mesele, büyük güçlerin Orta Doğu üzerindeki hakimiyet mücadelesidir. Ancak Türkiye, bu mücadelede hem yerel halkların haklarını savunmuş hem de kendi ulusal çıkarlarını korumuştur. Bu dengeyi kurabilmek, büyük bir vizyon ve strateji gerektirir.
Türk Gençliği ve Özgüven Meselesi
1. Özgüvenin Kaybı ve Yeniden İnşası
Türk gençleri, tarih boyunca büyük başarılar elde etmiş bir milletin torunlarıdır. Ancak ne yazık ki, modern dönemde bu başarıların yerini özgüvensizlik ve eziklik aldı. Gençlere sürekli “yapamazsınız” diyen bir toplum, onların potansiyelini de köreltir. Oysa Suriye’deki gelişmeler, Türk gençlerinin tarihlerinden ve milletlerinden gurur duyması için bir fırsattır.
2. Dünya Yönetimine Aday Bir Nesil
Türk gençlerine, yalnızca bir milletin değil, insanlığın umudu olduklarını öğretmek gerekiyor. Bugün dünyanın mazlumları, Türkiye’nin gücünden cesaret alıyor. Türk gençleri, bu sorumluluğun bilincine vararak dünya yönetimine aday olmalıdır. Bu, yalnızca bir özgüven meselesi değil, aynı zamanda tarihi bir görevdir.
Sonuç: İlahi Adalet ve Türkiye’nin Yükselişi
Suriye’deki gelişmeler, yalnızca bir bölgesel kriz değil, aynı zamanda Türkiye’nin tarihsel rolünü yeniden tanımladığı bir dönemdir. Türkiye, tarihinden aldığı güçle hem kendi halkı hem de bölge halkları için bir umut ışığı olmuştur. Bu süreçte çıkarılacak en büyük ders, tarih bilincinin ve stratejik vizyonun bir milletin gücünü nasıl artırdığıdır.
Türkiye’nin yükselişi, yalnızca kendi gücünü değil, aynı zamanda dünyanın mazlumları için bir kurtuluş umudunu temsil ediyor. Bu yüzden, gençlerimize “Dünya yönetimine biz de adayız!” diyebilecek bir özgüven ve bilinç aşılamalıyız. İlahi adaletin tecelli ettiği bu dönemde, Türkiye’nin gücü, dünya üzerindeki gözyaşlarını dindirmek için en büyük araç olacaktır.
Tarihten aldığımız güçle, geleceği şekillendirmek artık bizim elimizde. Bu, yalnızca bir ulusun değil, insanlığın ortak hikayesidir.