Yazarlarımız, Yorum-Analiz

Federasyon ve Misak-ı Milli: Geçmişin Işığında Geleceğe Bakmak

Ahmet AĞCA

Türkiye’nin tarihsel derinliği, yalnızca bir milletin değil, bir medeniyetin ortak hafızasını taşıyan köklere sahiptir. Bu hafıza, imparatorluk tecrübesiyle şekillenmiş, üç kıta yedi iklime hükmetmiş bir mirasın yüklediği sorumluluklarla doludur. Bu bağlamda, Misak-ı Milli, yalnızca bir sınır haritası değil, aynı zamanda Türkiye’nin coğrafi, siyasi ve kültürel vizyonunu temsil eden bir metin olarak karşımıza çıkar. Ancak bu vizyon, günümüzde federasyon fikriyle bir korelasyon içinde yeniden ele alınabilir mi?

Misak-ı Milli ve Federasyon Düşüncesi

Misak-ı Milli’nin özünde, Anadolu ve çevresindeki Türk, Kürt ve Arap nüfuslarının kader birliği yatmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu metni tanımlayan sınır çizimleri, sadece toprak bütünlüğünü değil, aynı zamanda farklı halkların ortak yaşama iradesini de ortaya koyuyordu. 21. yüzyılın gerçekliği, bu iradeyi yeniden yorumlamayı zorunlu kılıyor.

Bugün, Abdullah Öcalan’ın çözüm sürecinde İmralı’dan gönderdiği ve Diyarbakır Nevruz’unda okunan mesajında yaptığı Misak-ı Milli vurgusu, federatif bir yapının altyapısını tartışmaya açan taşlardan biri olarak değerlendirilmelidir. Öcalan, mesajında TBMM’nin kuruluşundaki ruhu hatırlatarak, “Bu modele Anadolu ve Mezopotamya öncülük etmeli” demişti. Bu ifade, Misak-ı Milli’nin tarihsel bağlamının ötesine geçerek, yeni bir yönetim modeline işaret ediyor olabilir.

Geçmişten Geleceğe: Misak-ı Milli’nin Tarihi Çerçevesi

Misak-ı Milli’nin temelleri, 1920’de Meclis-i Mebusan’da Kürt, Türk ve Arap mebusların oybirliği ile kabul edilen altı maddelik metinde atıldı. Bu metnin en kritik unsuru, **Türklerle meskun toprakların bölünmez bir bütün olarak kabul edilmesiydi.** Atatürk’ün 1920’deki tanımlamalarında Lazkiye, Halep, Afrin gibi bölgeler bu kapsamda değerlendirilmişti.

Ancak günümüzde bu sınırlar fiilen değişmiş olsa da, o dönemki anlayışın ruhu hala geçerliliğini koruyor. Türkiye’nin, tarihi bağlarla bağlı olduğu bu topraklarda, farklı milletlerle ortak bir yönetim modeli kurması mümkündür ve hatta gereklidir.

Modern Türkiye’de Federatif Yapı: Tarihi Bir Zaruret mi?

Devlet Bahçeli’nin bir dönem gündeme getirdiği, Abdullah Öcalan’ın TBMM’de konuşturulması önerisi, federatif yönetim tartışmalarını daha da belirgin hale getirdi. Her ne kadar iktidar, bu konuda mesafeli bir duruş sergilese de, Bahçeli’nin “zeytin dalı” uzatışı, Türkiye’nin uzun vadeli yönetim modeli üzerinde düşünmesi gerektiğini bir kez daha hatırlattı.

Bugün Türkiye’nin doğusu, batısı, kuzeyi ve güneyindeki Kürtlerle güçlü bir ittifak kurması, yalnızca bir gereklilik değil, aynı zamanda bölgesel barış ve istikrar için de stratejik bir adımdır. Federatif bir yapı, bu ittifakı güçlendirebilir ve Türkiye’nin sınırları içinde yer alan farklı milletlerin eşit bir şekilde temsil edildiği bir düzeni mümkün kılabilir.

Federasyon: Yeni Anayasal Düzenleme ve Türkiye’nin Geleceği

Federatif bir idari yapı, Misak-ı Milli’nin ruhuna sadık kalınarak şekillendirilebilir. Türkiye’nin modern bir yönetsel organizasyona geçmesi, hem kendi içindeki farklılıkları bir arada tutmasını sağlayacak, hem de uluslararası alanda daha güçlü bir aktör olmasını mümkün kılacaktır. Ancak bu süreçte, ülkenin temel değerleri olan ilk dört maddeyi koruyarak, demokratikleşme ve kapsayıcılık sağlanmalıdır.

Sonuç

Türkiye’nin imparatorluk mirası, bugün modern bir devlete dönüşmüş olsa da, bu mirasın yüklediği sorumluluklar hala devam ediyor. Misak-ı Milli’nin getirdiği bütüncül vizyon, federatif bir yönetim modelinin altyapısını oluşturabilir. Bu model, hem iç barışı hem de bölgesel liderliği güçlendirecek tarihi bir adım olabilir.

“Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır” anlayışıyla, Türkiye’nin farklı halklarını bir arada tutacak bir geleceğe doğru yürümek, tarihten alınan ilhamla mümkündür.
Yeni bir anayasal düzenleme, Misak-ı Milli’nin geçmişten getirdiği ruhla geleceğe ışık tutabilir.

Bir Cevap Yazın