Musa VATANSEVER
İstanbul’un tarihini her köşe başında hissedersiniz. Ancak bazı yapılar vardır ki, artık yerlerinde olmasalar bile, hikâyeleriyle şehirde yaşamaya devam ederler. Karaköy’de 1903 yılında inşa edilen ve 1958 yılında yıkılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii, bu yapılardan biridir. Onun yokluğu, hem İstanbul’un hafızasında bir eksikliktir hem de tarihin akışının nasıl şekillendiğini anlamamız için bir derstir.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii, adını Osmanlı Devleti’nin ünlü veziriazamlarından Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’dan alır. Paşa, tarihte Viyana Kuşatması ile anılsa da, onun adına yapılan bu camii, dini ve kültürel mirasın önemli bir temsilcisi olmuştur. Karaköy’ün kozmopolit dokusuna eklenen bu yapı, hem mimari güzelliğiyle hem de bulunduğu konumla dikkat çekiyordu.
Ne yazık ki, İstanbul’un hızla modernleştiği 1950’li yıllarda, pek çok tarihi eser gibi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii de bu süreçten nasibini aldı. 1958 yılında, Karaköy Meydanı’nın genişletilmesi ve modern yapılaşma projeleri gerekçesiyle camii yıkıldı. Bugün yerinde bir meydan ve Karaköy’ün modern yüzü duruyor. Ancak, o yapının manevi dokusu ve tarihî değeri, İstanbul severlerin hafızasında hâlâ yaşıyor.
Bu tür yıkımlar, İstanbul’un tarihi dokusunun nasıl zamanla dönüştüğünü ve modernleşme adına nelerin feda edildiğini düşündürüyor. Elbette, şehirler değişir, büyür ve yenilenir. Ancak bu süreçte, geçmişin izlerini tamamen silmek yerine, onları yaşatmanın yollarını bulmak, bir şehrin ruhunu korumanın anahtarıdır.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii’nin hikâyesi, sadece bir yapının yıkılış hikâyesi değil; aynı zamanda, İstanbul’un geçmişine duyulan saygının ve onun korunmasının ne kadar önemli olduğunu hatırlatan bir mesajdır. Bugün, bu camiyi hatırlamak ve anmak, tarihe bir vefa borcudur. Çünkü bir şehri şehir yapan, sadece beton ve taş değil; o taşların ardındaki hikâyelerdir.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii’ni anarken, onun ve benzeri eserlerin bizlere verdiği ders şu olabilir: Tarihi eserler sadece fiziksel varlıklar değil, aynı zamanda bir toplumun kimliğinin, inancının ve kültürel zenginliğinin birer taşıyıcısıdır. Ve onları kaybettiğimizde, aslında kendimizden bir parçayı da yitirmiş oluruz.
Karaköy’de o caminin sessiz yankısı, bugün hâlâ geçmişin hatıralarını fısıldıyor. Belki bir gün, bu fısıltılara kulak vererek, geçmişi daha iyi korumayı öğreniriz.