Araştırma-Tarih

Dağ Eriten Türklerin Destanı: ERGENEKON

Türk Tarihinin en ilginç efsanelerinden birisidir Ergenekon. Zümrüd-ü Anka gibi yeniden doğuşun, Akif’in ifadesiyle “son ocak” sönmeden Türk Milleti’nin bitmeyeceğinin sembolüdür. Yok edilmek üzere olan, adeta tükenen bir Türk topluluğunun yeniden derlenip toparlanması ve demirden dağları eriterek yeniden yeryüzüne yayılıp hükümferma olmasıdır.

Ergenekon yurdun adı
Börteçine kurdun adı
Dört yüz yıl durdun hadi
Çık ey yüz bin mızrağımız! 

Ziya Gökalp

Dağ Eriten Türklerin Destanı: ERGENEKON

Ergenekon Destanı’nın Konusu Nedir, Kime Aittir?

Şecere-i Türk’ün Kazan baskısı içinde yer alan Ergenekon Destanı ilk olarak Ahmet Vefik Paşa tarafından, 1864 yılına Tasvir-i Efkar gazetesinde yayımlanmıştır (Karaosmanoğlu, 1973:4).

Bir Köktürk Destanı olan Ergenekon Destanı’nın konusu çok ilginçtir. Bu destana göre, Oğuz Kağan soyundan İl Han’ın Tatarlar ile yaptığı bir savaş sonucunda İl Han yenilmiş, Tatarlar tüm yetişkin Türkleri öldürmüş, çocukları da esir alıp, sürüp götürmüşlerdir.

Bu esirlerin arasında İl Han’ın oğlu Kıyan ile Kıyan’ın yeğeni Nüküz de vardır. Kıyan ve Nüküz, aynı kişiye esir düşmüş, dahası esir düştükleri yıl evlenmişlerdir. İşte bu iki bahadır, bir gece karanlığından istifade eşlerini de alıp, esir tutuldukları beldeden kaçmışlar, esir düştükleri harp meydanına varıp, savaştan arta kalan bazı silahları ve başıboş hayvanları toplamışlar ve yalçın dağlara doğru yönelip, kuş uçmaz, kervan geçmez yerlere varmışlardır.

Dağ keçilerini takip ederek inanılmaz çetin bir yoldan geçtikten sonra, dağın diğer yamacına inmişler ve buranın dağların arasında adeta ulaşılması imkânsız bir vaha olduğunu görmüşlerdir. Dahası, gelirken indikleri yamacı, geri dönmek için kullanamayacaklarını anlamışlar ve bir anlamda dağlar arasındaki bu vahada hapsolmuşlardır.

Ergenekon’dan Çıkış

Dağ Eriten Türklerin Destanı: ERGENEKON

Buraya Ergenekon (Ergene-Dağ Kemeri/ Kon-Dik) adını vermişler ve bu dağlar arasında gizli vahada her türlü av hayvanının ve yemişin olduğunu görüp, buranın kendilerine Tanrı’nın bir lütfu olduğunu anlamışlardır.

Burada yaklaşık 400 yıl yaşayan Türkler, bu zaman içinde nüfus olarak inanılmaz çoğalmış ve bir süre sonra burası onlara yetmez hâle gelmiştir. Nihayetinde önlerinde koca bir dağ vardır ve bu dağın demirden bir dağ olduğunu anlamaları da çok sürmemiştir. İçlerinden bir demirci “demiri eritirsek belki dağ bize bir yol verir” dedi.

Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı’nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi.

Türkler işte bu şekilde Ergenekon Dağı’nı eriterek yüklü bir devenin geçebileceği kadar bir yol açmışlar ve Börteçine mihmandalığında buradan çıkıp, dünyaya yeniden Türk’ün dirilişini göstermişlerdir. Bundandır ki, Ergenekon’dan çıktıkları günü –ki Nevruz olduğuna inanılır- bir bayram olarak kutlayan Türkler, o günün anısına her yıl bu günde demir kızdırıp örs üzerinde çekiçle dövmüşlerdir.

Türk’ü yok etmek isteyen habis ruhlar, onu tanımak için ilk Ergenekon Destanı’na, sonrasında ise Kurtuluş Savaşı’na ve Akif’in “Son Ocak” vurgusuna bakmalı ve o ruhu anlamalıdır. Biz de Akifçe diyelim ki;

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak

Bir Cevap Yazın