Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL
Bu köşemde İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak çok yazılar kaleme aldım. Nasıl ortaya çıktığı ve kimlerin projesi olduğunu defalarca belirttim. En fazla savunduğu Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesinin nasıl bir melanet olduğunu gösterdim. Sebep olduğu hadiseleri her zaman dile getirdim. Buna okurlarım şahittir.
Öte yandan İstanbul Sözleşmesi ile birlikte yerden mantar biter gibi kadın dernekleri türemişti. LGBTİ’li dernekler neredeyse Türkiye’nin her şehrinde boy gösteriyordu.
Bunlar sözde kadın haklarını savunuyorlardı.
Gerçekte ise kadını eşinden, yuvasından ayırmanın derdinde idiler.
Sözde kadınlara haklarını hatırlatıyorlardı.
Gerçekte ise kadınları nikâhsız bir hayata özendiriyorlardı.
Sözde genç evliliklere karşı idiler.
Gerçekte ise 8 yaşındaki kız çocuğunu dahi kadın sayıyor, onları partner bulmaya, flört yapmaya özendiriyordu.
Kadın kadına erkek erkeğe evlilikleri teşvik ediyordu.
Kızlara baba ocağınızı terk edin çağrıları yapılıyordu.
Onların defterinde İslam yoktu, namus yoktu. Örf, âdet, gelenek yoktu, ahlak ve anane yoktu.
Bunların bulunmadığı yeri ne doldurur söyler misiniz?
İşte bu kuruluşlardan biri de Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı idi. Mor Çatı aynı zamanda “İstanbul Sözleşmesinin etkin uygulanması ve izlenmesi alt komisyonu”nda görev alarak meclise girebiliyordu.
Kadını koruyacağız diyerek kabul edilen oysa Türk aile yapısını yıkmak üzere Avrupa Konseyi projesi olan (taşeronluğunu FETÖ yapmıştı) İstanbul Sözleşmesi, kadını korumak bir yana aileleri paramparça etti. Boşanmalar son yıllarda misliyle arttı. Cinayet olayları akıl almaz oranda yükseldi.
Milletin en büyük derdi oldu. Türk milletinin geleceğini tehdit eden bir hâle büründü. Bana göre bir beka meselesi idi.
Sayın Cumhurbaşkanımız sonunda milletin sesine kulak vererek bu meşum sözleşmeyi bir paçavra gibi attı.
Son yıllarda milletimizi bu kadar sevindiren bir gelişme yaşanmamıştı.
Neredeyse Ayasofya kararı kadar memnuniyet oluşturmuştu. Zira sözleşmeden üç milyon aile etkilenmiş ve yuvası dağılmıştı. Bunların önemli bir yekûnu, 6284 no’lu kanunun yol açtığı iftiralar sebebiyle gerçekleşmişti.
Kim kiminle beraber!
Şimdi ise milletin bu sevincini görmezden gelenleri görünüz!
CHP, HDP, İYİ, DEVA ve GELECEK Partileri;
Ankara, Adana, Antalya, Bursa, İstanbul, İzmir, Diyarbekir Baroları;
Ankara Tabipler, Ankara Dişhekimleri, Türk Mühendisler ve Mimarlar Odaları;
Türk Tabipler Birliği;
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Pembe Hayat Derneği, Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği;
Bursa Kadın, İzmir Kadın, Manisa Kadın vs. platformları…
Hepsi Danıştay’ın yolunu tuttular. Cumhurbaşkanı kararının iptali için dava açtılar.
Burada hepsini yazmadım. Daha onlarcası bulunmaktadır.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin iptali için Danıştay’da dava açtığında, LGBT’li Pembe Hayat Derneği üyeleri, İYİ Parti Genel Merkezi önüne gelerek bir basın açıklaması ile teşekkür etmişlerdi.
İstanbul Sözleşmesi’nin devamını isteyen ve çekilmenin iptali için Danıştay’a başvuran şu odaların, derneklerin, baroların ülkeye bir hizmetini gösterebilir misiniz?
Her hayırlı işin karşısında duran bu baro ve dernekler milletin lehine olan her kararı da baltalamak için seferber olmuş durumdadır!
Partilere gelince samimiyetsiz bir tutum bir kez daha karşımızdadır.
Şayet gerçekten kadın erkek eşitliğini savunuyorsanız gerçekten kadını düşünüyorsanız bu beş parti kanun ve cezalarda hakkaniyetli çalışmalar yapsınlar ve milletin huzurunda Meclis’e taşısınlar. Biz de yapmak istediklerini bilelim.
Dine, ahlaka, örfe, ananeye, namusa savaş açmak HDP’nin sloganı olabilir. Peki İYİ Parti, Gelecek ve DEVA partileri, bunların yöneticileri ve bunlara gönül verenler böyle mi düşünüyor?
Böyle düşünüyorlarsa açıkça belirtsinler. Yok düşünmüyorlarsa İstanbul Sözleşmesi’nin tarafı olmak ve bunun devamını sağlamak için mücadele vermek nasıl bir mantıktır?
Avrupa Konseyi, İstanbul Sözleşmesi ile şekerle kaplı bir zehri milletimize sunmaktadır. Bu zehir “toplumsal cinsiyet” ve “cinsel tercih” gibi kavramlardır. “Bunların aile içi şiddetle ne alakası vardır?” sualini kimse cevaplamamaktadır. Sözleşmenin şiddetle ilgili hükümleri, bu kavramlarla birlikte düzenlendiği için, temel maksat şiddeti önlemek değil, bu sıfat adı altında bu kavramlara meşruiyet ve etkinlik alanı açmaktır. Nitekim yedi yıldır ortaya çıkan gelişmeler bu sözümüzün ispatıdır. LGBTİ’li üyeler ve dernekler çığ gibi büyümektedir. Güçlendirmeyi maksat edindiği aile yapısını çökertmesi bir yana, kadın cinayetleri dahi katlanarak artmıştır.
Yazılarıma itiraz edenler Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın sitesini incelesinler. Aileye dinamit manasına gelen ifadeleri okusunlar. Nasıl bir felaketin eşiğinden döndüğümüzü daha iyi anlarlar!
Nitekim bu sebeplerle onlarca devlet bu meş’um sözleşmeden çıkmış, bir kısmı hiç girmemiş, bir kısmı da belli maddelere şerh koyarak girmiştir.
Diğer taraftan, şiddeti önlemek için TCK’da yeterli hükümler vardır. İstanbul Sözleşmesi yanında 6284 Sayılı Kanun’a da ihtiyaç yoktur. Kaldı ki özel ceza kanunu, hukuk ve ceza sistemine aykırıdır.
Hukukçu geçinenlerin bunları da değerlendirmesi gerekmektedir.
Hukukçu geçinenlere büyük ders yakındır!
Öte yandan hukukçu geçinen baro yetkililerinin Cumhurbaşkanımızın İstanbul Sözleşmesi’ni fesih yetkisi bulunmadığını ifade ederek Danıştay’a başvurmaları manidardır.
Oysa 15 Temmuz 2018’de yürürlüğe giren “Milletlerarası Anlaşmaların onaylanmasına ilişkin usul ve esaslar hakkındaki 9 no’lu Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3. Maddesi” bu yetkinin dayanağıdır.
Söz konusu madde, “Milletlerarası anlaşmaların (…) hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme, Cumhurbaşkanı kararı ile olur”, denilerek Cumhurbaşkanına açıkça bu yetkiyi tanımaktadır.
Bizdeki bir kısım hukuksuz hukukçular akılları zorlamada gerçekten üstatlar!
Onlara göre; 9 no’lu kararnamedeki düzenleme TBMM’de kabul edilmemiş sözleşme veya antlaşmaları kapsıyormuş bu nedenle de ancak TBMM’de yapılacak yeni bir düzenlemeyle yürürlükten kaldırılabilirmiş! Peki bu ayrıntı nerede yazıyor. Yok. Bu yorumlar sadece kurdun kuzuyu yeme gerekçisinde bulunur. Bu hukukçu geçinenler de Avrupa Konseyi kararlarına ram olmayı ve Türk aile yapısını dağıtmayı kafalarına koymuşlar. Bu sebeple böyle sakil yorumlarda bulunabiliyorlar.
Yüzlerce taciz ve tecavüzü görmezden gelen buna karşılık Sayın Diyanet Başkanı’nın hutbede LGBTİ hakkındaki sözlerini mahkemeye taşıyan barolardan sıhhatli bir hukuki yorum beklemek de abestir.
İnanıyorum ki Danıştay’ın cevabı, bunlara bir kez daha hukukun ne olduğunu öğretecektir.
Okurlarıma ve İstanbul Sözleşmesinin aile yapımızı yıkmaya yönelik maddelerine vâkıf olanlara çok önemli bir ayrıntıya dikkatlerini çekmek istiyorum.
Adı İstanbul Sözleşmesi olsa da temelde Avrupa Konseyinin diktesi olan bu meş’um sözleşme devam etsin diye Danıştay’a başvuran yüzlerce dernek, baro, platform, kulüp, vakıf ve partiyi iyi inceleyin. Hem de hukuka kılıf uydurmak suretiyle mücadelelerini takip edin.
Ardından, “ben zamanında ne yaptım” ve “bunun kalkması için hangi adımı attım” diyerek düşünün ve mukayese edin!
Sadece dost meclislerinde tenkitçilik yapmak hiçbir şeyin çözümü değildir.
Birilerinin hukuksuz bir yolda verdiği mücadeleyi, bizim hukuk dairesi içerisinde gösteremeyişimiz ve hatta teslimiyetçi yapımız gerçekten büyük acziyettir.
TEFEKKÜR
Değişmez sûret-i ahvâli hiç erbâb-ı ma’nânın
Ne hasmın i’tirâzından ne halkın âferîninden
Muallim Nâcî
(Hakikat erlerinin durumları hiç değişmez,
Ne düşmanın itirazından ne halkın övgüsünden.)