Nevzat ÖZTÜRK
Eşyanın ve kâinatın yaratılmasında hikmet arayışı, insanın varlıkla kurduğu derin ilişkiyi anlamlandırma çabasının bir yansımasıdır. Bu düşünceyi en derin şekilde işleyenlerden biri de Mâturidî’dir. O, Allah’ın yaratılışta ve insanlara sunmuş olduğu hükümler üzerinde, her birinin ardında derin hikmetler bulunduğunu vurgulamış, hayatın her alanındaki düzeni, bir kaderin işleyişi gibi kabul etmiş ve bu düzenin içinde bir anlam aramıştır. Mâturidî’ye göre, Allah’ın koymuş olduğu hükümler hiçbir zaman mesnetsiz veya boşuna değildir. Her bir hükmün ardında bir hikmet ve bir amaç yatar. Bu bakış açısı, yalnızca bir fıkıh anlayışını değil, aynı zamanda insanın hayatına, düşüncelerine ve iç dünyasına dair geniş bir perspektifi de içerir.
Fıkıh ve hikmet arasındaki ilişkinin derinliği, Mâturidî’nin düşüncesinin temel taşlarından biridir. Fıkıh, çoğu zaman yalnızca hukukî bir düzeyde anlaşılabilirken, Mâturidî bu anlamı çok daha öteye taşır. Fıkıh, onun gözünde, sadece bir takım kuralların ve normların ötesine geçen, her bir kuralın altında yatan hikmetleri çözme çabasıdır. İçtihat, yalnızca bir hükmün yüzeyine bakmak değil, o hükmün hikmetine ulaşmayı da amaçlar. Fıkıh, insanların bireysel ve toplumsal yaşamlarını düzenleyen bir ilim olsa da, onun asıl amacı insanların Allah’ın kudreti ve hikmetine daha derinden nüfuz etmelerini sağlamaktır. Bu bakış açısı, Mâturidî’nin çağdaşlarının düşünsel sınırlarının ötesinde bir derinlik arayışını işaret eder.
Mâturidî’nin hikmet anlayışında, kurallar ve emirlerin pratik hayattaki yerini de dikkate alarak, toplumsal yapının ihtiyaçlarına göre şekillenen bir İslamî anlayış ortaya çıkar. Bu anlamda o, sadece soyut bir ilim adamı değil, aynı zamanda çağının toplumsal, kültürel ve fikri gelişmelerini gözlemleyerek bu gelişmelere dair etkili çözümler üretmeye çalışan bir düşünürdür. Bu yaklaşım, onun fıkıh anlayışını daha da zenginleştirmiş ve sosyal gerçeklerle bağdaştırarak zamanının ötesinde bir düşünsel altyapı oluşturmasına yardımcı olmuştur.
Mâturidî’nin ulaştığı sonuçlar, sadece soyut ve teorik bir çerçeveye sıkışmış fikirlerden ibaret değildir. Aksine, onun düşüncesi yaşadığı zamanın toplumsal dinamiklerinden, kültürel etkilerinden ve bilimsel gelişmelerinden beslenerek şekillenmiştir. Onun bu derin bakışı, sadece bir kelime ya da lafızların ötesinde, hakikatin arkasındaki gerçek anlamları keşfetmeye yönelik bir çabadır. Fıkhın hikmetle buluştuğu noktada, insanın manevi ve ruhsal gelişimi de başlar. Bu bağlamda, Mâturidî’nin fıkhı sadece hukukî değil, aynı zamanda bir hayat rehberi, insanın içsel yolculuğunda ona ışık tutan bir anlayış olmuştur.
Mâturidî’nin düşüncesinde dikkat çeken bir diğer önemli husus, onun fıkhı yorumlarken kesinlikten çok, zihinlerin açılmasını ve derinleşmesini sağlamaya yönelik bir çaba sarf etmesidir. Her hükmün bir hikmeti olduğuna inanarak, içtihat yaparken bu hikmetleri arama çabası, sadece teolojik bir mesele değil, aynı zamanda insanın varlıkla kurduğu ilişkinin anlamını çözme yolculuğudur. Onun metodu, sadece bilginin akıl yoluyla elde edilmesini değil, aynı zamanda insanın kalbi ve ruhsal yönlerinin de devreye girmesini savunur. Bu anlayış, fıkhı salt bir hukuk kuralı yığını olmaktan çıkarıp, insanın içsel huzurunu ve toplumsal barışını hedefleyen bir disiplin haline getirmiştir.
Sonuç olarak, Mâturidî’nin hikmetli fıkhı, yalnızca bir teolojik yaklaşım değil, derin bir insanlık anlayışının ve toplum düzeninin ifadesidir. Fıkhın ve hikmetin birleştiği bu noktada, insanın hem akıl hem de kalp yoluyla varlığa anlam yüklemesi sağlanır. Bu yaklaşım, insanın iç dünyasını derinleştirerek, toplumsal hayatın ruhsal boyutlarını da gözetir ve günümüz insanına, yaşadığı dünyada yalnızca yüzeysel bir yaşam sürmenin ötesinde bir derinlik arayışını sunar. Mâturidî’nin bu görüşleri, sadece geçmişin felsefi ve dini tartışmalarını değil, günümüz dünyasının da ışık tutmaya devam edecek bir düşünsel mirası oluşturur.