Neriman KALYONCUOĞLU
Türk tarihi, genellikle resmi tarih yazıcılığında, belirli bir zaman diliminden itibaren anlatılmaya başlanır. Bu bakış açısına göre, Türkler; 8-6 bin yıl önce Altay dilinin Türk-Moğol birliğinden ayrılan, büyük bir halk topluluğunun parçası olarak tarihe adım atmış sayılır. Orta Asya’daki Hunlar’ın M.Ö. IV-III. yüzyıllarda sahneye çıkışı, tarihçiler tarafından Türklerin “gerçek” tarih sahnesine girişi olarak kabul edilir. Ancak bu bakış açısının oldukça dar ve tahrif edilmiş bir perspektife dayandığını söylemek mümkündür. Çünkü, Türkler aslında 30 bin yıl öncesinden bugüne kadar, dünya tarihinin en eski halklarından biridir ve onların izleri, çok daha derinlere gitmektedir.
Türklerin Gerçek Kökenlerine Yolculuk
Resmi tarih, Türkleri sıklıkla çok genç bir halk olarak tanımlar. Türklerin tarih sahnesine çıkışı ve medeniyete katkıları genellikle V. ve VI. yüzyıllara bağlanır. Ancak bu yaklaşım, tarihi gerçekleri eksik ve yanıltıcı bir biçimde sunmaktadır. Türklerin tarihteki varlıkları çok daha eskilere, M.Ö. 30 binli yıllara kadar uzanır. Türk tarihinin bu kadar eski olması, yalnızca Türklerin dilsel, kültürel ve coğrafi etkilerini değil, aynı zamanda insanlık tarihindeki yerlerini de daha derinden anlamamıza olanak sağlar.
Türklerin en eski izleri, hem Orta Asya’da hem de daha uzak coğrafyalarda, çok farklı zaman dilimlerinde ve kültürlerde kendini gösterir. Bu durum, Türk halklarının, dünya üzerinde yalnızca Orta Asya ile sınırlı kalmadığını, bunun çok ötesinde, tüm Avrasya coğrafyasına yayılmış bir halk olduğunu gösterir. Örneğin, Amerikalı yerli halkların Maya dillerinde Türkçeyle benzerlik gösteren kelimeler bulunması, Türk dilinin binlerce yıl önce Asya’nın ötesine geçtiğini ve Amerika’da dahi bir etki bıraktığını ortaya koyar.
Türk Dilinin İzleri: Amerika’dan Sümer’e
Birçok araştırmacı, Türk dilinin izlerinin M.Ö. 6 binli yıllarda Mezopotamya’nın zengin topraklarında kurulan Sümerler ve Elamlar gibi medeniyetlerde de görüldüğünü belirtmektedir. Sümer yazılı belgelerindeki bazı dilsel yapılar, özellikle Türkçedeki benzer kelimeler ve dil yapılarına dair güçlü işaretler taşımaktadır. Türkolog Zeki Velidi Togan, 1920’li yıllarda bu benzerlikleri ilk kez dile getirmiş ve Türk dilinin Mezopotamya’nın erken dönem halklarıyla olan dilsel ve kültürel bağlarını ortaya koymaya çalışmıştır.
Maya ve Türk dilleri arasındaki benzerlikler de oldukça dikkat çekicidir. Türkçedeki birçok kelime, Maya dilindeki kelimelerle benzer yapıya sahiptir. Bu benzerliklerin, Amerikan kıtasına ilk insanların Asya’dan geçtiği dönemde daha da belirginleştiği düşünülmektedir. Bu, Türklerin tarihini sadece Orta Asya ile değil, dünyanın dört bir yanı ile ilişkilendirir ve Türk dilinin, Asya’dan çok daha önce kıtalar arası bir etki alanı oluşturduğunu ortaya koyar.
Türkler Avrasya’da: Göçler ve Kültürel Etkileşimler
Türkler, tarih sahnesine yalnızca “Türk” adıyla çıkmamışlardır. Binlerce yıl önce farklı isimlerle, farklı coğrafyalarda varlıklarını sürdürmüşlerdir. M.Ö. II. binyılda, Doğu Asya’da Dai, Se, Unu gibi Türkçe kökenli kabileler yaşamaktadır. Bu kabileler, ilerleyen yüzyıllarda Kimmerler ve İskitler arasında yer almış ve Avrupa’ya kadar yayılmıştır. Aynı zamanda, Türk dilinin izleri, İtalya’nın kuzey-batısında M.Ö. I. binyılda yaşayan Etrüskler’de de bulunmuştur. Etrüsklerin Türk dilli oldukları, günümüzde de tartışılan bir konudur. Türkologlar ve araştırmacılar, Etrüsk yazılarındaki dilsel benzerliklerin, bu halkların Türklerle olan ilişkisini işaret ettiğini öne sürmektedir.
Etrüsklerin Roma İmparatorluğu’nun temellerini atarken kendi özgün kültürlerini oluşturdukları da göz önünde bulundurulursa, Türklerin tarih boyunca sadece savaşçı bir halk olmadıkları, aynı zamanda medeniyet kurma noktasında da derin bir mirasa sahip oldukları anlaşılabilir. Etrüskler, Roma kültürünün temellerini atarken, Türk kültüründen izler taşıyan bir medeniyet oluşturmuşlardır.
Türklerin Geçmişi ve Bugünü: Tarihsel Süreklilik
Türklerin tarih sahnesine çıkışı, genellikle Orta Asya’da yerleşik medeniyetler kurmuş olmalarından çok, göçebe yaşam biçimlerine ve savaşçı kültürlerine dayandırılmaktadır. Ancak bu bakış açısı, Türklerin medeniyet tarihine yaptığı katkıları küçümsemek ve onların tarihteki varlıklarını dar bir çerçevede değerlendirmek anlamına gelir. Türkler, Orta Asya’dan başlayarak çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, Asya, Avrupa ve Afrika’nın farklı köşelerinde derin izler bırakmıştır. Türk dili, kültürü, inançları ve gelenekleri, geçmişten günümüze, sadece Orta Asya’nın değil, dünyanın pek çok farklı bölgesinin şekillenmesine katkı sunmuştur.
Bugün, Türklerin 30 bin yıllık tarihi, yalnızca Orta Asya’dan çıkan bir halkın hikayesi değil, aynı zamanda dünyanın dört bir yanındaki halkların kültürel birikiminde iz bırakan, köklü bir medeniyetin tarihidir. Sümerlerden Etrüsklere, Maya’lardan Asya iç bölgelerine kadar Türklerin izleri, insanlık tarihinin pek çok önemli noktasında kendini göstermektedir.
Sonuç: Tarihin Sıfır Noktasına Dönüş
Türklerin 30 bin yıllık geçmişi, dünya tarihi ve kültürü açısından büyük bir öneme sahiptir. Resmi tarih, Türkleri genellikle Orta Asya ile sınırlandırarak, medeniyetin inşasına yaptıkları katkıları küçümsemektedir. Ancak gerçek tarih, Türklerin dünya tarihindeki rolünü yalnızca Orta Asya’daki varlıklarıyla değil, küresel bir etki alanı oluşturan kültürel, dilsel ve toplumsal miraslarıyla anlamamıza olanak tanır. Türklerin tarihini doğru bir biçimde kavrayabilmek için, yalnızca binlerce yıl öncesine değil, aynı zamanda tüm dünya tarihinin derinliklerine inmek gerekir.