Yazarlarımız

“İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın” Düsturuna Yeni Bir Perspektif

Mehmet ÇAKIR

Devlet ve birey arasındaki ilişki tarih boyunca tartışılan bir konu olmuştur. Ancak Türk devlet geleneği, bu ilişkiyi en sade ve anlamlı bir şekilde özetlemiştir: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Bu düstur, insanı merkeze alan, toplumun refahını ve adaletini devletin devamlılığının temeli sayan bir anlayışın ürünüdür. Bugün, bu ilkeye modern bir perspektifle yaklaşmak, sadece geçmişimizi hatırlamak değil, geleceğimizi de inşa etmek anlamına gelir.

Devletin Temeli: İnsan ve Toplum
1. İnsanın Merkezde Olması
Devlet, insanların bir arada yaşayabilmesi için var olan bir organizasyondur. Ancak devletin güçlü olması, sadece sınırlarının korunması veya ekonomik büyüme ile ölçülemez. İnsanların haklarını, refahını ve huzurunu sağlayamayan bir devlet, uzun vadede ayakta kalamaz.
Toplumun Sağlığı Devleti Yaşatır: Bir toplumun bireyleri eğitimli, sağlıklı ve huzurluysa, devletin temelleri sağlam olur.
2. Toplumun Devlete Bağlılığı
İnsanların yaşama sevincini, adalet duygusunu ve geleceğe dair umutlarını kaybetmediği bir düzen, devletin en büyük gücüdür. Halkıyla barışık bir devlet, hem içeride hem dışarıda güçlüdür.

Modern Dünyada Bu İlkenin Anlamı
1. Adalet ve Sosyal Refah
Adaletin Sağlanması: Modern bir devletin temel görevi, vatandaşlarının haklarını korumaktır. Adaletin olmadığı bir toplumda güven sarsılır ve bu, devletin temellerini zayıflatır.
Sosyal Refahın Yükseltilmesi: İnsanların eğitim, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayan devletler, sadece vatandaşlarına değil, kendi varlıklarına da yatırım yapmış olur.
2. Teknoloji ve İnsan
İnsanı Önceleyen Teknoloji: Bugünün dünyasında teknoloji, devletlerin en büyük gücü haline geldi. Ancak teknolojinin gelişimi, insanın refahını artırmaya yönelik olmadığında, fayda yerine zarar getirebilir. Bu nedenle insan odaklı bir teknoloji politikası şarttır.
Eğitime Yatırım: Geleceğin dünyasında yer almak isteyen devletler, eğitimi en büyük öncelik olarak görmelidir. “İnsanı yaşat” ilkesi, bireylerin bilgi ve becerilerini artırarak modern dünyaya uyum sağlamalarını gerektirir.
3. Çevresel Sürdürülebilirlik
Doğayı Korumak İnsanı Yaşatmaktır: Çevre sorunları, modern çağın en büyük tehditlerinden biridir. İnsanları yaşatmanın bir yolu da onların sağlıklı bir çevrede yaşamalarını sağlamaktır. Sürdürülebilir çevre politikaları, devletin insan odaklı yaklaşımının bir uzantısıdır.

Yeni Nesillerin Rolü
1. Değerler ve Bilinç
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesiyle yetişen bir nesil, yalnızca bireysel çıkarlarını değil, toplumsal faydayı da ön planda tutar. İnsanlara değer vermeyi öğrenen bireyler, devletin daha adil ve güçlü olmasını sağlar.
Empati ve Dayanışma: Yeni nesiller, empati yeteneği yüksek bireyler olarak yetiştiğinde, toplumda dayanışma artar ve bu, devleti daha güçlü kılar.
2. Girişimcilik ve Yenilikçilik
Modern çağda bireylerin yenilikçi ve girişimci ruhla hareket etmesi, sadece bireysel başarı değil, toplumsal refah anlamına gelir. Yeni nesiller, bu ilkeyle eğitildiğinde, devletin kalkınmasına katkıda bulunur.

Devleti Yaşatmak İçin Yeni Bir Anlayış
Günümüzde, “insanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesini yeniden yorumlayarak hayata geçirmek gerekir.
Hukuk Devleti: Hukukun üstün olduğu bir düzen, bireylerin devlete olan güvenini artırır.
Eşitlik ve Adalet: Toplumun her kesimine eşit hizmet sunan bir devlet, insanı merkeze alır.
Katılımcı Demokrasi: İnsanların kendilerini ifade edebildiği, seslerini duyurabildiği bir sistem, toplumun devlete olan bağlılığını güçlendirir.

Tarihten Geleceğe Bir Rehber
Bu düstur, sadece geçmişin değil, geleceğin de rehberidir. Osmanlı’dan Selçuklu’ya kadar pek çok Türk devletinin bu ilkeyi benimsemesi, devletin ve toplumun çıkarlarının birlikte düşünülmesi gerektiğini gösterir. Ancak bugün, bu anlayışı modern dünyaya uyarlamak ve geleceğin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde geliştirmek gerekir.

Sonuç: İnsan Odaklı Bir Gelecek
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturu, sadece bir yönetim anlayışı değil, aynı zamanda bir yaşam felsefesidir. Bu ilke, bireyin mutluluğunu ve refahını merkeze alırken, toplumun ve devletin de güçlenmesini sağlar.
İnsanı önemseyen, adaleti ve refahı önceleyen bir devlet, her zaman güçlü ve kalıcı olur. Bugün bu düsturu hayata geçirerek, hem geçmişin mirasına sahip çıkabilir hem de geleceği daha adil ve sürdürülebilir bir şekilde inşa edebiliriz.

Bir Cevap Yazın