Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir,
Oluklar çift, birinden nur akar; birinden kir!
Rahmetli Üstad Necip Fazıl Bey’in ifade ettiği gibi oluklar çift, yollar çift. Fakat birinden nur birinden kir akıyor, biri nura açılıyor biri zulmete gidiyor. Mühim olan bu yolların hangisinde olduğunu görebilmek…
Eyvah dediğinizde iş işten geçmiş bulunuyor.
Bazı insanları önce “İslamcı”, “İlahiyatçı” diye yaldızlıyorlar, parlatıyorlar, pazarlıyorlar. Ardından da istediklerini söyletiyorlar.
Bunlardan biri de İlahiyatçı denilen Mustafa İslamoğlu’dur. Geçtiğimiz günlerde Alman medya kuruluşu DW Türkçe‘de Nevşin Mengü’nün sorularını cevapladı.
İslamoğlu burada nedense Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesiyle ve fetih kavramıyla ilgili konuştu. Şöyle ki:
“Ayasofya’nın camiye çevrilmesi esasen Kur’ân’a aykırı bir eylemdir. Kur’ân’ın kabul etmediği bir eylemdir. Fetih nedir oradan girmemiz lazım. Fetih diye bir sure var Kur’ân’da. Bu sure Mekke’nin fethinde inmedi, Bedir zaferinde inmedi, diğer fetihlerde inmedi. Bu sure, Allah’ın Resulü’nün Hudeybiye Barış anlaşması yani müşriklerle yapılan barış anlaşması üzerine inen surenin adı Fetih Suresi’dir. Bugün Fetih Suresi’ni okuyorlar İstanbul’un alınışında. Ne kadar cehalet var görüyor musunuz, farkında mısınız? Dolayısıyla kılıçla hutbeye çıkmalar falan fetih bu değil. Fetih aslında bir insan yüreğinin fethedilmesidir. İki insan yüreğinin buluşmasıdır…”
Bunlar kendilerine vahiy gelmiş gibi kibirliler! Kur’ân-ı kerimi 1400 senedir tek kendileri anlamış gibi mağrur ve gururlular.
Fetih sadece insan yüreğinin fethedilmesi, iki insan yüreğinin buluşması imiş! Şanlı Peygamber efendimizin gazaları, Mekke’nin fethi, dört halife döneminde yapılan muazzam fetih hareketlerini ne olarak görüyor acaba?!.
Yine bu zevatın ve onun gibilerin maalesef, İstanbul’un fatihi hakkında Peygamber efendimizin muhteşem övgüsüne karşı gözleri körler. Fatih Sultan Mehmed Han’ın yanındaki hocaları, Akşemseddin, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Hocazade ve Hızır Bey’den bî-haberler. Onları âlim diye görmüyorlar. Sadece onlar değil hiçbir Ehl-i sünnet büyüğüne değer vermiyorlar…
Öte yandan “Fetih” kelimesinin manasını dahi çarpıtan veya sadece tek bir noktaya indirgeyen bu şahsa ne denir bilmiyorum. Arapçada fe-te-ha kökünden türeyen fetih, kelime anlamıyla “açma, yol gösterme, hüküm verme, galibiyet ve zafere ulaştırma” gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise “Müslümanların ülke veya şehirleri İ’lâyı kelimetullah amacıyla İslam’a açmaları, İslam devleti idaresine almaları…” gibi manalara gelmektedir.
Yine bu şahıs fetih suresinin Hudeybiye Anlaşması sonucu geldiğine işaretle barışı yansıttığını bildirmektedir.
Hâlbuki büyük tefsir âlimi Fahreddin Razi hazretleri bu âyeti kerimeyi tefsir ederken; bu suredeki fetih lafzının, Mekke’nin fethi, Rum beldesinin fethi, Hudeybiye Sulhu ve İslam’ı huccet, burhan ve kılıçla yaymak ile hakla batıl arasındaki hükmün ortaya çıkması gibi maddi ve manevi anlamlara geldiğini belirtmiştir.
Şunu da belirtmek gerekir ki Ayasofya’nın camiye çevrilmesi sünnet-i seniyyeye uygundur. Nitekim Müsned’de geçen hadis-i şerif buna misaldir:
Kays bin Talk, babası Talk bin Ali “radıyallahü anh”tan nakille anlatıyor:
“Bizler bir kafile hâlinde Nebi sallallahü aleyhi ve selleme vardık, ona biat ettik, birlikte namaz kıldık ve (beldemizde bize ait BÎA’ [ehl-i kitaba ait mabetler; kilise ve havra] olduğunu) anlattık ve (Abdest suyunun artanından bize vermesini) istedik. Bunun üzerine Resul-i Ekrem su istedi, abdest aldı, sonra abdest suyundan bir miktar bir kaba boşalttı. Bize şöyle emretti:
(Şimdi çıkıp gidiniz, kendi diyarınıza vardığınızda o kiliseyi yıkınız ve yerine bu sudan serpiniz ve orayı mescid edininiz.)
Bizler; ‘Beldemiz çok uzak, hava sıcaklığı ise çok şiddetli ve su buharlaşıcıdır’ dedik.
Bunun üzerine şöyle buyurdu:
(O suya su ekleyiniz. Eklenen su ancak onun güzelliğini artırır.)
Bundan sonra biz Resul-i Ekrem’in yanından ayrıldık, beldemize vardık, kiliseyi yıktık. Kilisenin yerine o sudan döktük ve mekânını mescit yapıp orada ilk ezan ile nidayı gerçekleştirdik. Kilisenin rahibi Tayyi’ kabilesinden bir adamdı. Bu ezanı duyunca ‘Bu hak bir davettir’ dedi. Sonra tepelerimizden bir tepeye yönelip gitti, bir daha o adamı hiç görmedik.” (bkz. Nesâî, Sünen, İttihazu’l-Biyaî Mesacide (Kilise ve Havraları Mescide Çevirmek Bahsi), H. No: 701; Ahmed bin Hanbel, Müsned, c. 39. s. 462. H. No: 26000.)
Rum papaz kadar olamayan “ilahiyatçılar!”
Öte yandan bu hezeyanlar İslamoğlu ile sınırlı değil. Ne yazık ki ilahiyat camiası artık bunlarla kaynamaktadır.
Bunlardan biri de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Eğitimi Anabilim Dalı Profesörü Hüseyin Yılmaz’dır. Onun, “Medine Sözleşmesi Bağlamında Birlikte Yaşama Kültürü”, isimli makalesinde serdettiği şu fikirlerine ve Ayasofya Camii hakkındaki hazımsızlığına bakınız:
“İnanç özgürlüğü ve mabet dokunulmazlığı ilkesine saygının bir başka örneği Hazreti Ömer döneminde görülmektedir. Kudüs’ün fethedilmesi sürecinde namazını Kıyame Kilisesi’nde kılmasını teklif edenlere Hazreti Ömer; ‘Burada namaz kılarsam benden sonra Müslümanlar burayı camiye çevirir’ diyerek oldukça anlamlı bir cevap vermiştir. Başka inançlara ait bir mabedin yıkılması ya da mensuplarının rızası olmaksızın inşa ediliş amacı dışında kullanılması, İslam’ın inanç özgürlüğü ilkesine aykırı bir eylemdir. Dolayısıyla mabetlerle ilgili geçmiş dönemin sosyal ve siyasal şartları içerisinde üretilen ve günümüzde ‘Savaşla alınan bölgenin en büyük mabedi, kılıç hakkı olarak camiye dönüştürülür’ şeklinde ifade edilen görüşe Kur’ân ve Sünnet’ten delil bulmak mümkün değildir. Çünkü Kur’ân ve Sünnet, inanç özgürlüğü ile ilgili uygulamalarda güçlü olmayı değil; hak, adalet, merhamet ve empati gibi ilkeleri gözetmeyi öngörmektedir…”
…..
“İslam dininin düşünce ve inanç özgürlüğüne verdiği önemin insanlığa anlatılıp uygulamayla yansıtılması Müslümanlar için önemli bir sorumluluktur. Bu konuda yöneticilere ve bilim insanlarına büyük görev düşmektedir. Aksi hâlde İslamofobinin dünya genelinde yükselişi önlenemeyeceği gibi, bu durumu fırsata dönüştürmek isteyen İslam karşıtlarının Müslümanlara yönelik saldırı ve hak ihlallerinde de büyük bir artış yaşanacaktır. Nitekim Türkiye’de Ayasofya adıyla bilinen ve orijinali 6. yüzyılda (537) kilise şeklinde inşa edilen mabedin 2020 yılında alınan bir kararla cami olarak ibadete açılmasından sonra, başta Fransa olmak üzere bazı ülkelerde Müslümanlara yönelik saldırılar artmaya ve camiler ibadete kapatılmaya başlamıştır. Dolayısıyla her toplum için hassas bir konu olan ibadet özgürlüğü ve mabet hukuku konusunda karar verirken empati kurmada, fayda-zarar analizi yapmada ve özellikle de hakkaniyete uygunluk ilkesini gözetmede yarar vardır…”
Bütün bu hezeyanlara ancak uzun bir makale ile cevap verilebilir. Biz hem kısa açıklamalar hem de kendisine basit suallerle cevap vermeye çalışalım.
Birincisi sayın Profesörün Hazreti Ömer efendimizin Kudüs’teki uygulamalarını İstanbul ile özdeşleştirmesi tam bir çelişkidir. Zira biri sulh diğeri savaşla alınmıştır. Arada İslam hukuku açısından büyük farklar vardır. Savaşla girilen yerde İslam’ın nelere izin verdiğini bir İslam hukukçusundan öğrenmesi gerekir…
Misal olarak Fatih Sultan Mehmed savaş öncesi sulh yaptığı Galata’nın mabedlerine fetihten sonra hiç dokunmamıştır. Buna karşılık bırakın sadece Ayasofya’yı cami yapmayı, fetihten sonra bütün İstanbul halkını sürmüş olsaydı ona kim ne diyebilirdi?..
Kilise olarak inşa edilen cami 2020 yılında alınan bir kararla cami olmuş! Beyefendi! Fatih Sultan Mehmed, Ayasofya’nın vakfiyesini tanzim etti ve orası 481 yıl cami vazifesi gördü. Vakfiyenin ne manaya geldiğini anlayınız artık! Ayrıca o kararı siyasiler almadı, hukuk verdi. Gerekçesini görmek ve okumak size çok mu zor geliyor. Harvard Law Review’de Ayasofya davası incelemesi altında yapılan değerlendirmeyi okuyunuz ve utanınız biraz! Rum papazları kadar olamadınız!..
Adalet ve hakkaniyet size göre empati kurma yoluyla, fayda zarar analizi yapmakla mı sağlanacaktır. Hangi ilke bunu söylüyor? Kur’ân-ı kerimden mi çıkardınız, Gösteriniz bakalım!
İslamofobi imiş! Kargalar güler bu sözlerinize. Demek ki yirmi yıldır Irak’ta, Arakan’da, Suriye’de Libya’da, Karabağ’da İslam âlemine kan kusturanları dahi görmüyorsunuz.
Öyleyse empati kurmaya, hoşgörü ile bakmaya devam ediniz.
Allah basiret gözünüzü açsın!
TEFEKKÜR
Cehûle şan mı verir cehlin eylemek izhâr,
Niçin muârız olursun me’âli anlamadan!
Muallim Nâcî
(Cehlini ortaya koymak kara cahile şan mı verir,
Niçin karşı çıkarsın konuyu anlamadan?)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
25.02.2022
Türkiye Gazetesi