Ertaş ÇAKIR
Dünya tarihi, pek çok halkın, medeniyetin, ideolojinin, savaşın ve barışın öyküsüdür. Ancak tüm bu büyük anlatıların arasında, insanlık adına kalıcı ve insani değerler sunan halkların, kültürlerin daha fazla dikkatle incelenmesi gerektiği unutuluyor. Bugün Batı’da yazılan tarihlerde genellikle güç, zafer, sömürgecilik ve imparatorluklar ön plana çıkar, ancak bu “güçlü” anlatılar, tarihin ve insanlığın “gerçek” mirasını yeterince yansıtmıyor. Oysa ki, çok eski zamanlardan günümüze kadar varlıklarını sürdüren Türkler, her şeyden önce adaletin, barışın ve insan haklarının savunucusu olmuş bir halktır. Türklerin dünya tarihindeki yeri yalnızca askeri zaferlerle değil, insanlığa sundukları eşitlik, huzur ve adaletle de şekillenmiştir.
Tarihte Türklerin Adalet Anlayışı
Türklerin tarihi, yalnızca fetihlerle veya zaferlerle anılacak kadar dar bir çerçeveye hapsedilemez. Aslında Türkler, yüzyıllar boyunca bulundukları her coğrafyada sadece askeri güç değil, aynı zamanda adaletin, hoşgörünün ve insan haklarının teminatı olmuşlardır. Batı tarih yazımında Türklerin sadece savaşçı, “barbar” ve “göçebe” halklar olarak lanse edilmesi, hem yanlış hem de eksiktir. Çünkü Türkler, devletleşmeye başladıkları andan itibaren adaletin sağlanması, halkın refahı ve huzuru konusunda derin bir hassasiyet taşımışlardır.
Türklerin adalet anlayışı, sadece kendi halklarını değil, fethedilen topraklarda yaşayan farklı milletleri de kapsayan bir anlayıştı. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nda halkların etnik kimliklerine, dini inançlarına ve kültürel farklılıklarına bakılmaksızın eşit haklar sağlanmış, toplumsal barışın temeli bu eşitlik üzerine inşa edilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın “Kanunname”si, sadece yasaların yazılı hale getirilmesi değil, aynı zamanda halkın adalet duygusunun güçlendirilmesidir. Ayrıca, Osmanlı’da “millet sistemi” gibi uygulamalar, farklı din ve mezheplere sahip topluluklara özgürlük tanınırken, aynı zamanda adaletin de güvence altına alınmasını sağlamıştır.
Türklerin medeniyet anlayışında, adaletin yeri birinci sıradadır. Bu, sadece yasal bir düzen değil, halkın iç huzurunu ve toplumsal düzeni sağlayan bir değer olarak var olmuştur. Türkler, fethettikleri topraklarda zulüm değil, barış getirmiş, kanla değil, eşitlikle ve hoşgörüyle yönetmişlerdir. Bugün bile, Türklerin bu tarihsel mirası, dünyanın farklı köylerinde, şehirlerinde, coğrafyalarında bir umudu, bir güveni simgeliyor.
Türkler ve Barışa Katkıları: Tarihin Unutulmuş Yönü
Türklerin tarihi, sadece bir savaşlar ve zaferler tarihi olarak anlaşılmamalıdır. Osmanlı’dan önce, Orta Asya’daki Göktürkler ve Selçuklular’a kadar uzanan süreçte Türkler, barışı sağlayan, halklar arası etkileşimi güçlendiren bir anlayışa sahiptiler. Bu, sadece fetihlerin getirdiği yeni topraklarda egemenlik kurmakla sınırlı değildi. Türkler, bu topraklarda halkların bir arada yaşamasını sağlamış, sadece askeri zaferlere değil, toplumsal huzura da değer vermişlerdir. Bu anlayış, Türklerin tarihsel mirasında en önemli özelliklerden biri olarak kalmıştır.
Osmanlı, sadece Batı’ya karşı bir tehdit değil, aynı zamanda farklı milletlerin bir arada barış içinde yaşayabileceği bir model de sunmuştur. “Adalet” sadece bir yönetim biçimi değil, bir yaşam biçimi olmuştur. Her ne kadar imparatorluk bir askeri güçle kurulmuş olsa da, halkların adaletle yönetilmesi temel ilkedir. Türkler, fethettikleri her bölgede sadece toprak kazanmamış, aynı zamanda o bölgedeki halkların huzur içinde yaşamasını sağlamışlardır. Türklerin tarihteki en büyük katkılarından biri, insanlık için adaletin ve huzurun tek bir halk ya da milletin tekelinde olmaması gerektiğini göstermeleridir.
Tarihi Yeniden Yazmak: Adaletin Gerçek Anlamı
Tarih yeniden yazılmalı, ancak bu yazımda sadece zaferler ve fetihler değil, aynı zamanda bu zaferlerin insanlığa kazandırdığı adalet, eşitlik ve huzur da yer bulmalıdır. Türkler, yalnızca kendi halklarını değil, dünyanın her köşesindeki halkları, milliyetlere ve inançlara bakmaksızın adaletle yönetmişlerdir. Batı’nın tarihi, genellikle Türkleri askeri gücün temsilcisi olarak yazmıştır. Ancak Türkler, büyük imparatorluklar kurarken bile, bu imparatorlukları sadece egemenlik kurma amacıyla kurmamışlar; aynı zamanda bu topraklarda barışı, huzuru ve adaleti sağlamışlardır.
Gerçek tarih, “güç” ve “zafer” odaklı yazılmak yerine, halkların adaletle, eşitlikle ve insan haklarıyla yönetildiği bir perspektiften yeniden yazılmalıdır. Türklerin katkısı, sadece fetihlerde değil, kültürel, sosyal ve siyasi alanlardaki eşitlikçi yaklaşımlarında yatmaktadır. Her bir Türk devletinin, her bir Türk medeniyetinin, insanlık için en büyük katkısı “adalet” olmuştur. Çünkü adalet, gerçek barışın teminatıdır ve Türkler, bu konuda insanlık tarihine paha biçilmez bir miras bırakmışlardır.
Sonuç: Yeni Tarih, Yeni Bir Perspektif
Türklerin tarihsel mirası, sadece askeri zaferlerle değil, insanlık için sundukları adaletle şekillenmiş bir mirastır. Bu nedenle, dünyadaki tarih yazımının bu yönünü daha çok ön plana çıkararak, gelecekteki nesillere yalnızca zaferlerin değil, insanlık için katkıların da anlatılması gerekmektedir. Türklerin gerçekte ne sunduğunu anlamak, sadece tarihsel figürleri değil, aynı zamanda toplumları nasıl inşa ettiklerini de kavrayabilmeyi gerektirir. Bu, sadece bir halkın değil, insanlığın tarihidir.
