Yazarlarımız

TURAN DAĞLARI

Murat ULUTÜRK

TURAN DAĞLARI TURAN Dağlarını delerek geçme mutluluğunu bu defa da bize nasip etmişti.

Memleketimizde büyük küçük dağlar var. Birbirine bakarak yükselir. En yükseğinin doruğunu hiç göremezsin, çünkü ya kar ya da bulut kaplıdır ve erişilmezken ne bulutlara ne de karlı dağların başına, kimse kim birileri bu dağların başına TURAN demiş.
Bizde göre gördür şeyler, insanların göremediğini suyun gözü görür ve okur yazar olmayanları, ardından bir bakmışın yeni doğan bir çocuğa TURAN ismi koymuşlar.

Fotoğraf açıklaması yok.

Şumnu TURAN Derneği – 1931

Delinse yer, çökse gök, TURAN işidir, işitilen.
Nice destan ve efsaneler hiç yazılmadan anlatır TURAN âlemlerini.
Memleketim Bulgaristan’da nehirlerin en büyü Tuna’dır. Bir TURAN nehridir gururlu. Aksakallarımızdan şair Galip Sertel, Ağaçlar Denizi ve Tuna deryası arasına sıkışmış ruhuyla hep kıyıdan kenardan avlanır sularında..
Kocaman yürekli Nazım Hikmet’in büyüktür Tuna ve TURAN sevdası ve bilinmezler dünyasının en derinlerine daldığı an bile dokunsan omzuna,
Gökte bulut yok
Söğütler yağmurlu
Tuna’ya rastladım
Akıyor çamurlu çamurlu…
Ne var ki, Turan bir medeniyettir, renksizdir Dev Dağların suları gibi.
Biz bakmışsın derinlere bakar, dipsiz bir kuyuya bakar gibi,
Bir bakmışsın gökyüzünde gözleri arar yıldızların en güzelini!
Medeniyet sınırı olmayandır.

Bir 7 kişi görseli olabilir

Turan medeniyeti bin kere büyümüş ve bin kere bin küçülmüş ama hiç yok olmamıştır. Bu dünyadan gelen geçen hep Turan demişler. İnce un gibi bir şey o, su maya, biraz tuz ve az buçuk sıcak gördü mü kabarır devler gibi, hiçbir yerde hiçbir kara güce boyun eğmeden ve ben yolumu kaybederim diye asla korkmadan gelmiştir bizim oralara. TURAN medeniyeti en büyük gücünü adaletten alır.
Bizim adalet, bizimkine benzer ve sırtında yama yama üstünde yama yoktur. Toplumdan doğduğu gibi hilesiz var olandır. Bin yıldan uzun süredir beraber yaşadığımız Bulgarlar, biz de “Türk Yolu” boyunca geldik deseler ve sürekli Orta Asya, Pakistan, Afganistan ve eski Fars topraklarına kazıcı gönderip bir yerde sönmüş ışığı ya da isli taş görseler, “ata izlerimiz” deseler de, ırmak boylarında ve dağ bellerinde kendilerine ait “adalet” izlerine rastlamamışlardır.
Adalet, toplumun içinde yaşayan, töre gibi doğru yasa uyulmasını sağlayan, iyilik, faydalı olmak, akıl, bilgi, mutluluk, devlet yönetimi, insan, erdemli davranış ve inanç gibi konuları ışığı ile besleyen ve yaşatandır.
Biz 21. Yüzyılda ola ona “Anayasa ilkelerine uymak” veya “hukukun üstünlüğü” veya “insan, azınlık, kadın, çocuk vs hakları” gibi kavramlarla hayat gücü vermeye çalışıyoruz. Oysa ADALET evrensel bir kavramdır ve gücünü insanın ruhu ve vicdanından alır. Olayın günümüze gelirken birçok değişikliklere zorlanması, kütük üstünde baltalanıp “bana hizmet edeceksin!” zulmü yaşaması ya da çarmıha gerildiğinde “başkalarına adalet olamaz” isteğine uymaması ve her zaman her yerde GÜNEŞ gibi olmaya çalışması ilginçtir. Hiçbir Hukuk Eserinde “Adaletin gerçek adı Güneştir ve TURAN medeniyetinde doğmuştur“ tümcesine rastlamamış olmam hem üzücü hem de, söz edilenin en değerli olan olması açısından, gurur vericidir.

Bir 3 kişi görseli olabilir

Türk Yolu’nca Balkanlara gelen ve bugünkü Bulgaristan topraklarına Rodoplara, Deliormana, Balkanlara yerleşen ve yıllar içinde yerleşmiş, egemen, dikey kimlik ve kültüre sahip kendi medeniyetleriyle yaşayan bir topluluk olan Bulgaristan Türk nüfusu, 19. Yüzyılın sonunda ve 20. Yüzyılın başında ve sonunda ADALET anlayışlarını yok etmek isteyen, üç facia yaşamıştır.
Birisi “93 Harbi” adıyla bilinen Rusya ve Osmanlı imparatorluklar arası savaş; ikincisi 1912’de Bulgar Çarı I. Ferdinand’ın Osmanlı devletine saldırısı ve üçüncüsü de 1984-1989 dönemini kapsayan sözüm ona “soya dönüş” yalanı arasında gerçekleştirilen “soykırım denemesidir.” Milyondan fazla Türkün ölümüne ve bir o kadar atamızın Anadolu yollarına dökülmesine rağmen, her sülalenin en az 33 kuşak mezar taşı olan bu topraklarda TURAN adaletiyle yaşama kavgası bir dava olmuş ve asla sönmemiştir.
Çok uzun yoldan gelen insanlardan hepsinin doğasında, özünde ve kimliğinde olan ikilik TURAN insanında da vardır. Bizim kimliğimiz de düşman unsurlardan oluşur. Sabırlı olmasaydık nasıl dayanırdık? Dürüst, Mert olmasak nasıl üstün gelirdik? Şefkatli olmasak nasıl güldürür ve severdik? Bir anda gülen ve aynı anda kavgaya atlayan biz değil miyiz? Bu bizim 2 yüzlü olduğumuz anlamına gelmez. Biz bir kimliğin içinde hem acele eden hem de sükûnet arayan bir bütünüz. Bir yanımız ağlaması, öteki yanımızın ağlamasına engel değildir. Kan kustuk kızılcık suyu içitik dedik. Sevinç içinde ağlayıp gülmemiz, ağlamaya hazır olmamızı engellemez. Bu özellikler TURAN kökünden gelen Bulgaristan Türklerinin özellikle son 142 yıl içinde başlarına gelenleri başarıyla silkebilmesine dayanak olmuştur. 1 asırda 12 büyük göçe, 7-8 savaşa ve uydurma nedenlerle zulmün bin birine dayanmak her halkın harcına değildir.
Biz gök çökmedikçe ve yer delinmedikçe yaşadığımız topraklarda kalmaya yemin etmiş bir halk topluluğuyuz. Türklüğümüze kimse boyun eğdiremedi ve eğdiremez. TURAN-Türk kimliğimize hükmedecek kanun henüz yazılmamış, nizam kurulmamıştır.

Bir 8 kişi görseli olabilir
TURAN tarihin gördüğü en adaletli, en büyük ve en güçlü devlet biçimi olarak her tarafa ulaştığı gibi insan ayrımı yapmayan adalet gücünü de asla yitirmemiştir.
19. ve 20. yüzyılda çok ağır adaletsizlikler yaşadıktan sonra şuna kesin inandılar:
– Doğru yasa oluşturma ve bunları adaletle gerçekleştirme, Türk devlet geleneğinin en önemli unsuru olmuştur. Son örneğini Büyük Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz.
– Güneş hiçbir zaman küçülmemekte ve parlaklığını her zaman korumaktadır. Türkün yüceliği TURAN Dağına ve Güneşe benzer.
– TURAN-Türk adaleti her zaman her yere anında ulaşabilir.
Bu beyitlerden de anlaşıldığı gibi insanın kendisini bilmesi bir erdemdir.
Kendini bilmeyenler ancak kötülük yapabilirler.
TURAN medeniyetini yaşatmak için atalarımızın verdiği mücadeleden küçük bir bölüm anlatıyorum:
Bulgaristan’da TURAN-Türk hareketinin kısa tarihi
Bulgaristan Türkler Rusçuk Büyük Valisi Mithat Paşa yönetiminde Başkanların ve Orta Avrupa’nın güzel bahçesini Tuna nehri boyuna yaymışlardı. Modernleşmenin anahtarını onlar bulmuştu. Bu gelişerek yücelmeyi izleyen Rus Çarları parmak ısırıyor ve kıskançlıktan patlıyordu.
O, kahrolası büyük savaşın temel nedeni de buydu.
Bulgaristan halkının ve soyunun çöküş tarihi 1877-1878 Plevne faciasıdır.
Onları bitiren Rus esareti değil, hafızalarına sokulan “Türk düşmanlığı” oldu. İçlerindeki aydınlık söndü ve ebedi aydınlık içinde kaldılar. Onların geçmişlerinde TURAN medeniyeti olmadığından kaybettikleri ateşin kıvılcımlarını bir daha bulamadılar, çakamadılar.
***
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yenilenler arasına giren ve 1919 Paris / Neuilly Anlaşmasını imzalayan Bulgaristan’da Türk düşmanlığı biraz yumuşadığında ve Çiftçi Partisi lideri Aleksandır Stanboliyski hükümetinin Müslüman nüfusa kültürel otonomi hakları tanımasıyla 1919’dan sonra TURAN medeniyetiyle yaşayış yeşermiştir.
Bu atılımların güç toplamasına kaynak sadece işlenen arazilerin % 70’inin Türk mülkü olması değil, üretim kültürü ve gelenekleri, altyapı da buna el veriyordu.

Bir 7 kişi görseli olabilir

Ayrıca Birinci Dünya Savaşından ve Bulgaristan’ın Neuilly Antlaşması imzalamasından sonra, Bulgaristan Türk azınlığının dinî, kültürel ve eğitim alanındaki haklarını teminat altına alan Türklerine yönelik Bulgar politikasını etkilemektedir. 21 Temmuz 1921’de yürürlüğe giren Bulgar Millî Eğitim Yasası Türk okullarıyla ilgili şu yenilikleri içermektedir: Ayrı bir müfettiş atanması, 20’den fazla okulu bulunan encümenlerin birer orta ve ilkokul öğretmeni seçmesi, Bulgarca eğitim yapma zorunluluğunun kalkması, okul fonları oluşturulması, okul ve okul yapımına devlet desteği sağlanması. 1921 / 22 eğitim döneminde Bulgaristan Türklerinin okul sayısı, 1712’ye ulaşmıştır. Bu dönemde ayrıca Şumnu’da bir Türk öğretmen okulu açılmış (1919), Türk öğretmenlere meslek kursları düzenlenmiş ve yine Şumnu’da din adamı yetiştiren bir İlâhiyat (Nüvvab) okulu açılma hazırlıkları başlamıştır.
Osmanlıdan kalan dini eserler: 2 bin 353 cami, 174 tekke, 27 türbe, toplam 2 bin 554. Dini eğitim merkezleri: 142 medrese, 273 mektep, 2 yüksekokul, 6 kütüphane, toplam 423. Ticari müesseseler: 116 han, 16 kervansaray, 3 bedesten, toplam 135. Askeri yapılar: 5 kale, 1 kule. Sosyal tesisler: 42 hayır evi, 113 hamam, 12 saat kulesi, 36 çeşme, 1 hastane, 3 saray, 24 köprü, toplam 231.
Bu eserler özellikle Filibe, Şumnu, Vidin, Eski Zara, Sofya, Razgrad ve Köstendil gibi şehirlerde bulunur. Bu eserler, TURAN kültürünün devamı olarak Bulgaristan Türk kimliğini kendiliğinden oluşturmadığı gibi, olağanüstü büyük kültürel ve tarihsel değerleri olmasına rağmen, Türkleri ve Bulgarları hoşgörülü bir ortamdan birbirlerine yakınlaştırıp kaynaştıracağı yerde, milliyetçi ülküden beslenen Bulgar devleti koşullarında Bulgar kıskançlığının gelişmesine temel olurken, düşmanlıklar körüklemiştir. Bulgarların Türk mirasının gözdelerine el atıldı. En değerli eserlerimizi gasp etmeleri, yıkmaları, bakımına zorluklar yaratmaları husumeti daha da körüklemiştir.
Tüm engellemelere rağmen, Çoğunlukta olan Türkler, beş yüz yıldır yaşadıkları vatanlarında azınlık konumuna düştüler. Yine de Bulgaristan Türklüğü tamamen ortadan kaldırılamadı. Türk adaletinin üstüne adalet getirilemedi.
Bulgaristan’daki Türk-İslam eserleri, Türklerin haklı olarak gururlanma kaynağı olmasının yanı sıra, aynı zamanda bölgede yaşayan insanların ve insanlığın ortak mirası ve zenginliğidir. Hiçbir Türk Bulgaristan’da yapılan kuyulardan, şarıl şarıl akan pınarlarından, Osmanlının yaptırdığı çeşmelerinden hiçbir kimsenin su içmesine, Osmanlı yaptığı köprülerden geçmesine mani olmamıştır.

Fotoğraf açıklaması yok.
Bu açıdan, bu eserlerinin hepsinin korunması, aslına uygun onarılması ve kullanılması için öncelikle Türkiye ve Bulgaristan hükümetlerinin ilgili kurumlarının işbirliği içinde bulunmaları önem arz etmektedir. Uzun ve tarihi geçmişe sahip Türk ve Bulgar toplumları arasındaki kültürel etkileşimin sonucu, kültürel anlamda bazı izlerin kalıcı olduğu ve bugün de Bulgarlar ve Türkler bir araya gelseler aynı şeyleri yiyip içerken, aynı halk oyunlarını oynarken, aynı Türkülere eşlik ederken, tüm bunlardan öz kimliklerinin etkileyip şu ya da bu yönde gelişime neden olabilir.
Yeni durumdan faydalanmaya yüreklenen Türk gençler Bulgaristan çapında örgütlenme etkinliklerine başlar. Oluşturulan Milli TURAN örgüt ağı şöyle biçimlenmiştir:

Bir 4 kişi görseli olabilir
Bulgar Çarlığında TURAN Kulüpleri.
1923 – 1924 yıllarında kurulan bu kulüpler
Eskicuma (Tırgovişte) – “İnkilap” kulübü
Eski Zağra (Stara Zagora)“Altınyıldız” kulübü
Niğbolu (Nikopol) – “İleri” kulübü
Plevne (Pleven) – “Kamer” kulübü
Rahva (Rahova) – “Atilla” kulübü
Razgrad – “Gençlerbirliği” kulübü
Rusçuk (Ruse) – “Yıldız” kulübü
Rusçuk – “Terakki” kulübü
Varna – “Hilal” kulübü
Vidin – “Turan” kulübü
Vidin -“Tenvir-i Efkar” kulübü
Vraca (Vratsa) – “Gayret” kulübü
Yenipazar (Novipazar)- “Rumeli” kulübü
Ziştevi (Sviştov) – “Kuvvet” kulübü
Ziştevi – “Balkan” kulübü vb.Bir 8 kişi görseli olabilir

Turan Derneğinin Hazırlık Toplantıları
1- 14 Temmuz 1924 günü Rusçuk’ta Türk spor kulüpleri birinci kongresi toplandı. Bu kongreye aşağıdaki kulüpler ve üyeler katıldılar. Razgrad “Gençler Birliği” kulübü; Provadı “Çelik” kulübü; Sviştov “Kuvvet” kulübü; Plevne “Kamer” kulübü; Rusçuk “Terakki” kulübü. Rusçuk kongresine altı Türk spor kulübünü temsil eden on altı delege katılmıştır. Öteki kulüpler katılmamışlardır. Kongreye konul ve dinleyici olarak da epeyce kişi gelmiştir. Kongre Rusçuk rüştiyesinde yapılmıştı. Katılanların az olmasına rağmen, Rusçuk Kongresi, Bulgaristan Türk spor kulüplerini bir çatı altında birleştirme yolunda önemli bir adım olmuştur. Kongre şu kararları almıştır:
• Bulgaristan Türk spor kulüplerin her ne pahasına olursa olsun bir merkezde toplanması,
• Merkezin Rusçuk’ta kalması,
• Merkez Yönetim Kurulunun Rusçuk’taki “Yıldız” ve “Terakki” kulüpleri üyelerinden seçilmesi,
• Tüzüğün hazırlanarak ikinci kongreye sunulması,
• Spor kulüpleri ikinci kongresinin ertesi yıl Plevne’de toplanması,
• Bir merkeze bağlanma ilkeleri üzerinde güçlü adımlarla yürüyerek ikinci kongreye daha çok spor kulübünün katılmasının sağlanması.

Bir 7 kişi görseli olabilir

Kongrenin Rusçuk gençlerinin öncülüğünde yapılması, kurulacak Spor Birliğinin Rusçuk’ta kalmasının kararlaştırılması ve Merkez Yönetim Kurulunun da Rusçuk’taki iki kulüp üyeleri arasından seçilmesine karar verilmiş olması, Varna ve Vidin gibi kentlerdeki spor kulüplerini kıskandırmıştır. Rusçuk kulüpleri üyelerinden geçici bir Merkez Yönetim Kurulu oluşturuldu.
2- Plevne – 1925
Turan Derneğinin Yaptığı Kongreler
3- Varna – 1926
4- Vraça / Vratsa – 1927
5- İslimiye / Sliven- 1928
6- Kızanlık – 1929
7- Filibe / Plovdiv – 1930
8- Eski Cuma – 1931
9- Eski Zara / Eski Zağra – 1932
10- Rusçuk / Ruse – 1933
Toplam 95 sportif kulüp, birlik, özenci sanat klubü ve dernek kurulmuştur.
Toplam kayıtlı üye sayısı 95 000 gençtir.

Fotoğraf açıklaması yok.
1932 yılında Kırcaali’de VIII. Kongrelerini yapacaklardı Bulgar Hükümeti izin vermemiştir.
1933’te de Razgrad Kongre toplanmasına da izin verilmedi. Aynı yıl Bulgaristan Çarı III. Boris Türk geçlerin TURAN örgütlerini kapatmış, Bulgaristan’da 1934’te askeri darbe gerçekleştiren ordu, aydın Türk gençlerini kovuşturmaya başlamış, birçoğu tutuklanıp içeri atılırken, diğerleri de imkan bulabilenler Türkiye Cumhuriyetine kaçmayı başarmıştır. Bu günden sonra Bulgaristan’da kara bulutlar tüm çevreyi kaplamıştır, Türk ve Müslümanların birliği ve beraberliği için çalışan herkes bedelini ödemiştir. İnsanların iki yolu vardı ya Bulgaristan’da kalıp uysal olmak, çalışırsan ölmek yada Türkiye’ye gitmek. TURAN örgütlenmesinde çalışan emeği geçen herkesi tek tek tespit ederek büyük bedeller ödetmişlerdir bunu hiç bir zaman unutmamalıyız. Bu darbe sonrası Bulgaristan’da Türklerin çalışmaları çok zorlaşmıştır adeta herkesin ardına birer muhbir takmışlardır. TURAN örgütlenmesi, yapılan toplantı ve konferanslar, 1929’da Bulgaristan Türk Aydınlarından 450 öncünün Sofya’da Birinci Milli Kongrede buluşması ve alınan kararlar, Bulgaristan Müslüman Türklerinin politik sahneye çıkarak bir siyasi parti kurma yolunda başarılı hamleleridir.
Kongreler:
14 Temmuz 1924 günü Rusçuk’ta Türk spor kulüpleri Birinci Kongresi toplandı. Bu kongreye aşağıdaki kulüpler ve üyeler katıldılar. Razgrat “Gençler Birliği” kulübü; Provadı “Çelik” kulübü; Sviştov “Kuvvet” kulübü; Plevne “Kamer” kulübü; Rusçuk “Terakki” kulübü. Rusçuk kongresine altı Türk spor kulübünü temsil eden on altı delege katılmıştır. Öteki kulüpler katılmamışlardır. Kongreye konuk ve dinleyici olarak da epeyce kişi gelmiştir. Kongre Rusçuk rüştiyesinde yapılmıştı. Katılanların az olmasına rağmen, Rusçuk Kongresi, Bulgaristan Türk spor kulüplerini bir çatı altında birleştirme yolunda önemli bir adım olmuştur. Kongre şu kararları almıştır:
• Bulgaristan Türk spor kulüplerin her ne pahasına olursa olsun bir merkezde toplanması,
• Merkezin Rusçuk’ta kalması,
• Merkez Yönetim Kurulunun Rusçuk’taki “Yıldız” ve “Terakki” kulüpleri üyelerinden seçilmesi,
• Tüzüğün hazırlanarak ikinci kongreye sunulması,
• Spor kulüpleri ikinci kongresinin ertesi yıl Plevne’de toplanması,
• Bir merkeze bağlanma ilkeleri üzerinde güçlü adımlarla yürüyerek ikinci kongreye daha çok spor kulübünün katılmasının sağlanması.
Kongrenin Rusçuk gençlerinin öncülüğünde yapılması, kurulacak Spor Birliğinin Rusçuk’ta kalmasının kararlaştırılması ve Merkez Yönetim Kurulunun da Rusçuk’taki iki kulüp üyeleri arasından seçilmesine karar verilmiş olması, Varna ve Vidin gibi kentlerdeki spor kulüplerini kıskandırmıştır. Rusçuk kulüpleri üyelerinden geçici bir Merkez Yönetim Kurulu oluşturuldu.

Fotoğraf açıklaması yok.
3 Temmuz 1925 günü Plevne’de Türk spor kulüplerinin İkinci Kongresi toplandı. Birincisinden daha başarılı geçen ikinci kongreye yedi kentin spor 9 kulübünü temsil eden 29 delege katıldı. Plevne “Kamer” kulübü, Vraca (Vratsa) “Gayret” kulübü, Vidin “Turan” kulübü, Varna “Hilal” kulübü, Eski Zara “Altınyıldız” kulübü, Niğbolu “İleri” kulübü, Rusçuk “Yıldız” ve “Terakki” “İleri” kulübü, Sviştov-Ziştevi “Balkan” kulübü, üçer beşer delege gönderdiler. Kongre Türk Spor Birliği tüzüğünü görüşüp kabul etti Kongrede Bulgar Spor Federasyonuna mı katılmalı, yoksa Bulgaristan’da ayrı bir Türk Spor Federasyonu mu oluşturulmalı, sorusu uzun uzun görüşüldü.
Sonunda Türk Spor Birliği’nin Bulgar Federasyonu’ndan ayrı olması düşüncesi ağır bastı.
Kurulan Türk Spor Birliği’ne para yardımı yapmaları için Başmüftülüğe ve Vakıflar Müdürlüğüne başvurulması, benimsenen tüzüğün Bulgaristan İçişleri Bakanlığı’na onaylatılması için Sofya’ya bir heyet gönderilmesi kararlaştırıldı. Vidin delegesi Yaşar Ahmet yalnız Spor Birliği kurulmasının yeterli olmayacağını, Türk gençliğini fikren de kalkındırmak için, dilde, edebiyatta ve kültürde birlik arayışıyla “Turan” adlı dernekler kurulmasını savundu. Ama henüz olgunlaşmamış olan bu görüş kongrece benimsenmedi. Kongre bittikten sonra Türk Spor Birliği sporcuları Plevne’de Bulgar futbol kulübü “Vit” ile bir dostluk maçı yaptı.
“Turan” gençliği, Atatürkçü bir gençlikti. Atatürk ilkelerinin Bulgaristan’da yaymayı ve savunmayı üslendi.
Dernek üyeleri için bir üniforma kabul edildi. Bu üniformada Türkiye’de olduğu gibi şapka da vardı. Üniforma erkekler için beyaz ve yeşil şeritli şapka, yeşil boyunbağı, beyaz gömlek, yeşil kuşak ve yeşil pantolondan oluşuyordu. Kızlar da başlarına şapka giyiyorlardı.
“Turan” dernekleri birliği, her yıl ayrı bir kentte kongreler düzenliyor, her kasabada şubeler açıyor, hatta köylere kadar uzanıp şube sayısını arttırıyor, spor karşılaşmaları, yürüyüşler, şenlikler düzenliyor ve bütün Bulgaristan Türk gençliğini coşturuyordu. Bulgaristan’da, Türkiye’deki Atatürk devrimlerini benimsemiş ve Bulgaristan Türklerine de benimsetmeye çalışan yeni bir Türk basını da doğmuştu. “Kemalist” basın denen bu gazeteler de, “Turan” derneklerini destekleyip savunuyordu. Özellikle Kırca Ali’de çıkan Özdilek, Vidin’de çıkan İstikbal, Razgrat’ta çıkan “Karadeniz” gazeteleri, “Turan” derneklerinin hızla yayılmasını sağlıyordu. O yıllarda Bulgaristan’da Türkçe 80 adet yerel gazete çıkıyordu.

Bir 3 kişi görseli olabilir
1928 yılında Vidin’de “Turan” adıyla ve yeni Türk harfleriyle bir gazete daha yayınlanmaya başlandı. Yerli aydınların sürekli yazı yazdıkları gazete Turan Birliklerinin organı oldu. Bazı zengin Türk Cemaatleri “Turan” derneklerine para yardımında bulunmaya başladı. Böylece Turan Dernekleri hızla serpildi.
“Turan” derneklerinin kitapları, okuma salonları, gazeteleri de vardı. Sporun yanı sıra kültüre de önem veriliyordu. Birlik, Türk gençliğini çok yönlü birleştirip kalkındırmayı amaçlıyor ve başarılı da oluyordu. Atatürk Türkiye’sindeki Türk gençliğine paralel bir gelişme gözleniyordu. Bulgaristan Türk gençliği de Türkiye gençliğine ayak uyduruyordu.
“Turan” dernekleri, Bulgaristan’da Atatürk derneklerinin “kışlası” gibi görünüyordu. Bulgaristan Türk gençliği silkinmiş, Türklük bilincine ermiş, Atatürk devrimlerini benimsemişti ve o yolda yürüyordu. Başkaca bir amacı yoktu. “Turan” siyasal emeller beslemiyordu. İyi niyetle kurulmuştu. Ama çok geçmeden dikkatleri, şimşekleri ve saldırıları üzerine çekmeye başladı. Atatürk devrimlerine içlerine sindiremeyenler “Turan” atılımlarına karşı çıktılar. Bulgarları “Turan” derneğine karşı kışkırttılar. O zamanlar etkin olan ve bugünkü Bulgar aşırı milliyetçiliğinin, ırkçılığının temellerinde bulunan “Trakya” ve “VMRO” dernekleri “Turan” derneklerine saldırmaya başladı. Bu arada Bulgar makamları da “Turan” derneklerini engelleme siyasetini benimsedi.
“Turan” dernekleri Birliği yıllık kongrelerini 1927’de Vraca’da (Vratsa), 1928’de İslimye’de (Sliven), 19129’da Kazanlık’ta 1930’da Filibe’de ve 1931’de Eskicuma’da yaptıktan sonra, 1932’de yedinci kongresini Kırca Ali’de yapacaktı. Hazırlıklarını bitirmişti. Yoğun Türk nüfus yaşadığı ve Türklük ruhunun yüksek olduğu kongreye hazırlık yapıldı. Fakat Bulgar makamları Türkiye’ye yakın olan bu Türklük merkezinde “Turan” dernekleri kongresi yapılmasına izin vermediler. Son dakikalarda Kırca Ali kongresi yasaklandı. Onun üzerine o yıl kongre Eski Zara’da yapılabildi.
Bulgar makamları “Turan” dernekleri çalışmalarını kuşkuyla karşılamaya başlamışlardı. Bulgaristan’da bulgarların uşakları kendilerine “saltanatçı, hilafetçi” uzantıları ile müftülükler içindeki polis ajanları “Turan” deneklerine saldırıyorlardı. “Turan” dernek yöneticilerini bulgarlara jurnal ediliyorlardı. Türkiye’de Kemalizm ile mücadele kıvılcımları, Bulgaristan’a taşıyanlar, Bulgaristan Türk gençliğinin Kemalist ruhta şahlanmasını komünistlik olarak göstererek, darbe üstüne darbe indirmeye başlamışlardı. Bulgaristan Türkleri arasında “Türkiye’den bize iyilik gelmez” sözü ilk defa o zaman belirmişti. Bunu da söyleyen yine o bulgar uşaklarıydı. Zamanı dolmuş bir dünyayı savunmak için Bulgaristan’a sığınanlar Bulgaristan’da kol geçiyor, kötülük ediyor, parlayan Atatürk ruhlu Türk Kimliğimizin ocaklarını söndürüyorlardı.

Fotoğraf açıklaması yok.
Resimde Bulgaristan Türkleri Hareketinin Sofya’da Birinci Milli Kongresi

Bulgaristan’da Türk genç filizleri onların temiz çabaları alçakça karalanıyordu. Bununla da yetinilmeyerek, “Turan” derneklerinde örgütlenen gençlerin cezalandırılması için Bulgar makamlarına alçaklık ruhuyla kale alınmış jurnaller veriliyordu. Bulgar devletinin gücünü üzerlerinde hissetiriliyordu. Bulgaristan Türk kimliğinin bir uçtan bir uca damarsız ve oluşturulan bu mermeri işte bu molla görünümlü bulgar uşakları jurnalciler tarafından ilk defa kendi içinden kendi insanları kendi çocukları tarafından oyulmaya ve parçalanmaya başlamıştı. Bu günümüzde halen devam etmektedir.
31 Ekim – 3 Kasım tarihleri arasında Sofya’da Bulgaristan Türk azınlığının ilk Milli Kongresi yapıldı. Milli kongre fikri, bilinen bir toplum adamı olan Mehmet Celil’indi ve Sofya’da onun çıkardığı “Rehber” gazetesinde duyuruldu. O dönem Bulgar parlamentosunda milletvekili olan Şumnu mebusu Mehmetali Giray, Eskicuma mebusu Mehmet Sait, Rusçuk mebusu Hafız Sadık ve Paşmaklı (Smolyan) mebusu Ağuşoğlu Hafız emin bey Ulusal Kongre çağrılmasını desteklediler. Hazırlık komitesi kuruldu. Başkanlığına Hafız Sadık ve Genel Sekreterliğine Mehmet Celil getirildiler.
18 Mayıs 1929 günlü sayısında “Rehber” gazetesi şöyle yazmıştı:
Bulgaristan’ın kuruluşundan beri geçen 50 yıl içinde Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığı bir genel toplantı yapmamış, kendi sorunlarını birlikte görüşüp tartışmamış ve ortak kararlar almamıştır. Bu, büyük bir eksiklikti. Aman zaman toplantılar yapıyordu. Bütün Bulgaristan Türklerini kapsayacak genel bir kongre ihtiyacı günden güne artmıştı.
Türk Milli Kongresi, bir meslek, bir sınıf, bir zümre veya parti kongresi olmayacak, bütün Bulgaristan Türklerini kapsayacaktır. Kongrenin amacı, Bulgaristan Türk azınlığının bütün sorunlarını görüşmek, tartışmak ve ortak kararlar almak olacaktır. Bunu hazırlayanlar üç ana bölümlü bir gündem düşünmüşlerdir:
• Bulgaristan Türk azınlık okulları
• Türklerin dini kurumları ve vakıflar
• Hayır dernekleri.
Bunlar, Türk azınlığının ana sorunlarıdır.

Bir 7 kişi görseli olabilir
Ana konu Bulgaristan Türklerinin varlığı, güçlenmesi ve ilerlemesiydi. Bulgaristan Türk kimliğinin ayakta kalması, okullara, dini kurumlara ve hayır cemiyetlerine bağlıydı. Türk okulları sorunu ele alınırken, onların idaresi, programları, kitap sorunu, Bulgar eğitim yasalarıyla Türk azınlığı çıkarlarının bağdaştırılması gibi konular görüşülecekti. Din kurumları ve vakıflar bölümünde, Bulgar hükümeti tarafından ele geçirilmiş ve Türk olmaktan çıkmış bulunan müftülüklerin kurtarılması konusu da tartışılıp görüşülecekti. Müftülüklere bağlı olan imamların ve hatiplerin Türk azınlığına daha yararlı olabilmeleri için çalışılacaktı. Türk cemaatleri ve vakıfları da Bulgarların eline düşmüştü. Bunları da kurtarmak için uğraşılacak, savaşılacaktı. Milli Kongre, yeni bir Türk kurumu veya örgütü de kuracaktı. Bu da gündemin üçüncü maddesinde hayır dernekleri başlığı altında görüşülecekti. Burada söz konusu olan yeni tip bir siyasi yapılanmaydı.
Demek oluyor ki, bütün Bulgaristan Türklerini kapsayacak bir büyük hayır derneği kurulması öngörülüyordu. Bu dernek, en küçük Türk köyüne kadar dal budak salacak, adım adım oluşacak ve sonunda bir Genel Merkeze bağlanacaktı. Yapılanma dikey ve yatay şekilde düşünülmüştü. Belki ilerde bir Emekli Sandığı gibi hizmet verecekti. Bulgaristan Türklerinin bir Sosyal Sigorta Kurumu, bir Çocuk Esirgeme Kurumu veya bir Kızıl Aya çok ihtiyacı vardı. O zaman Bulgaristan Türklerinin sosyal sigortaları, sosyal güvenceleri, emeklilik hakları yoktu. Kurulması düşünülen hayır derneği bütün bu boşlukları doldurmalıydı. Milli Kongreye gönderilen delegeler demokratik usulle seçilmişlerdi. Köyler beşer, kasabalar da beşer kişi seçtiler. Seçilenler de ilçe merkezlerinde toplanarak kendi aralarında beşer delege seçtiler ve kongreye gönderdiler.
Bu beş kişi Sofya Kongresi’nde o ilçeyi temsil ediyordu. Ayrıca cemaat encümenleri ile okul encümenleri kendi aralarından birer delege seçtiler. Üye sayısı 50’nin üzerinde olan Türk dernekleri de kendi üyeleri arasından birer delege seçip kongreye katıldılar. Böylece kongreye, ülkenin değişik yörelerinden seçilen 450 delege yollandı. Kongre için iyi hazırlık yapıldı. Tarih önünde sınav verileceği düşünüldü.
Yarım asır sonra Türkler ilk kez Türk kimliğinde buluşarak birleşiyorlar ve beraber yürüme kararı alıyorlardı.
Onlara karşı olanlar olsa da, Bulgaristan Türklük davası ana yolunu seçiyordu. İlk Türk Kongresinden yüz akıyla çıkmaya karar verildi. “Rehber” gazetesi bürosu hazırlık bürosu gibi çalıştı. 1929 Ekim sonlarında Bulgaristan’ın dört bucağından yola çıkıp gelen fesli, şapkalı, sarıklı, başı açık, kalpaklı renk renk kılıkta Türk delegeleri Bulgar başkentine doluştular. 31 Ekim 1929 Sofya’nın “Humus” sinema salonunda Birinci Milli Türk Kongresi açıldı.
Divan oluştu: Başkan Eğridere delegesi Bekir Sıdkı Bey; İkinci Başkan Provadı delegesi Dr. Sabri Bey, Başkan Yardımcısı Rusçuk delegesi Peynircizade Süleyman Bey ile Kırca Ali Delegesi Hasan Sabri Efendi. Başkan Bekir Sırkı Bey, açılış konuşmasında Bulgar hükümetine verdikleri izin için teşekkür etti.
Kongrede 6 komisyon kuruldu. Kongre İç Tüzüğü kabul edildi. Müftülükler konusu görüşülürken, il müftülerinin cemaat tarafından seçilecek, Çar iradesiyle atanacak ve keyfi olarak azledilemeyecekleri. Müftü adayları Hukuk veya Nüvvap’ın Yüksek bölümünü bitirmiş olanlar arasından seçilecekti. Başmüftü’nün de Müftülerce seçilmesi önerildi. Delegeler Müftülükler işini enine boyuna deştiler. Şeriye Mahkemeleri ile ilgili bir yönetmeliğin tez elden hazırlanması gerektiğini, hukukçu müftülerin yetiştirilmesine ihtiyaç olduğunu, Şeriye Mahkemeleri’nin üç yargıçlı olması ektiği gibi birçok noktaya parmak bastılar. Kongrede bu konuda kesin karara varılamamıştı.
Türk okulları sorunu görüşüldü. Türk okullarında yeni Türk harfleriyle öğrenim yapılması konusunda tartışma oldu.
Şumnu delegesi Hafız Abdullah Efendi: “Yeni harflerle yazan Batı Türkleri ile Asya Türkleri arasında bir fark yoktur. Asya Türklerinin birçokları da yeni harfleri kabul etmişlerdir. Biz eğer diğerlerinin gittiği yoldan ayrılacak olursak yarın diğer kitle ile temas edemeyiz. Lisanımızı kaybedeceğiz. Burada hayat yeni yazıyı öğrenmeye devam etmeye bizi mecbur eder.” Yambol delegesi: Öğretmen Halit Bey. “Bulgaristan Türkleri için eski harf lazım değildir. Eğitim yeni harflerle yapılmalıdır. Çünkü Türk’üz. Türklüğe uymak lazımdır. Üçüncü sınıfta hem Bulgarca, hem Türkçe hem de Arap harfleriyle tedrisat nasıl kabul ediliyor. Çocuklarımıza Kuranı Kerim dersleri hususi okutulsun.”
“Bugün 100 yıl gecikmeyle Orta Asya TURAN dünyası Cumhuriyetlerinde Kiril Alfabesinden Latin Alfabesine geçilme çabalarını izliyoruz ve Bulgaristan Türklerinin bu davayı Atatürkle birlikte kucaklamalarından gurur duyuyoruz. Bizim, TURAN dünyasının sözlü ve yazılı edebiyat dilinin Türkiye Türkçesi olması ısrarımız, Türk edebiyat, sanat ve kültür dilinin zenginliğine inancımızdan kaynaklanır.”

Bir 5 kişi görseli olabilir
Şumnu delegesi Şinasi Efendi: “Bulgaristan Müslümanları için çok önemli bir sorun vardır. Bulgaristan Türkleri üç yazı öğrenmek zorundadır. Bunların hepsini öğrenmek gerek. Arap harflerini de öğrenmeliyiz, Latin heriflerini öğrenmeden olmaz. Bulgarca da lazımdır. Bizim için en gerekli olan Arap harfleridir. Sebebi Kuranı Kerimin Latin harfleriyle yazılamamasıdır. Arap harfleri bizim dini ve milli işlerimizi görüyor. Arap harfleri muhafaza edilsin.”
Vidin delegesi Hasip Safveti Bey: “Okullarda Kuran tedrisi çok zor oluyor. Kuranı Kerin 3. ve 4. Sınıflarda okutulsun, fakat manası verilerek, anlatılarak okunsun ki çocuklarımız üzerinde bir tesiri olsun. Birinci ve ikinci sınıfta Türk harflerini öğrendikten sonra üçüncü sınıfta Arab yazısını öğretelim. Latince okunmuyor. Latin alfabesinin esaslarından alınarak yeni Türk alfabesi oluşturulmuş ve Türk yazısı bu suretle kurulmuştur. Orada Latin harfleri yoktur. Türk harfleri vardır. Arap elifleri de Kuranı Kerim için lazımdır. Dördüncü sınıfta Arap harflerinin kabulü esas kabul edilsin.”
2 Kasım 1929’da Sofya meclis başkanı Al. Tsankov Milli Türk Kongresini kutladı, eğitim ve kültür alanında başarılar diledi. Çar II. Boris de Kongreyi bir telgrafla kutladı. Telegraf Türkçe Tercüme Edilerek Okundu. Milli Kongre’nin yedinci ve son oturumunda konuşan Başkan Bekir Sıdkı Bey: “Bulgaristan’da büyük bir Türk varlığının olduğunu ve bu Kongre ile Milli Türk Kimliğimize doğru ilk adımı atmış bulunuyoruz” dedi. Kongrede Bulgaristan’da bir Türk azınlığının yaşadığı ve bu kitlenin ulusal kimlik arayışı içinde olduğu, eğitim ve kültürel yükseliş yolunda genel temellerin atıldığı ifade edildi. Kongre basında geniş yer aldı. Tartışma ve kararlar halka iletildi. “Rehber” gazetesi “Güneş Doğacak!” müjdesi verirken, “Deliorman” gazetesi “Bulgaristan Türkleri tarihinde bir dönüm noktası” diye yazdı.

Bir 3 kişi görseli olabilir
Alman “Volkes Deutscher Dienst” ajansı, kongreyi kapsamlı bir şekilde yansıtırken, Bulgaristan’da ilk Milli Türk Kongresi yapıldığını, ülkede 780 bin Türk yaşadığını, nüfusun beşte birinin Türk olduğunu yazdı. Kongre Bulgaristan Türklerinin okulları konusunda olağanüstü duyarlı olduğunu, Bulgaristan Türk kamuoyunun Türkiye’deki yeni gelişmeleri yakından izlediğini, Türk harfleriyle eğitime karar verildiğini, Türk kimliğinin Bulgaristan Türkleri halk kültüründen güç aldığını dört yana duyurdu. Kongrede devam eden göç sorunlarına da değinildi. Özellikle “Dobruca ve Deliorman’da yerli Müslümanlara göç baskısı yapıldığı, zulmün boynuz gösterdiği vurgulanırken, baskı ve teröre son verilmesi kesin kararla istendi. Kongrede, ilk kez bir milli forumda, aşırı milliyetçi ve şoven Bulgarların güç kullanarak ülkede etnik temizlik yapmaya çalıştığı belirtilirken, ırk ayrımına, ırkçı hortlamalara son verilmesi istendi. Göçe zorlanan Türklerin mülküyle zengin olma dalgası yükseliyor, dendi ve kınandı. Göçe zorlananların emlaklerini yok pahasına satmak zorunda kaldıkları ve Türk mallarının değerinin altında fiyatlarla Bulgarlara geçmesi lanetlendi.”
Bulgaristan Türkleri sesinin ilk kez duyulduğu kongrede alınan kararların yerine getirilmesi için Bulgar hükümeti acele etmedi. Hatta rafa kaldırıldı. Kongreyi toplayan halk öncülerine hükümet ve makamlar kuşkuyla bakmaya başladılar. 1934 askeri darbe hükümet değişikliğinden sonra ise, Kongreye katılan Bulgaristan Türk aydınlarına karşı açıkça cephe alındı. Türk azınlığının milli uyanışına karşı baskılar azdı. Kilitlerle kapatılan Türk okulları bir daha açılmadı. Türk öğretmenler “Kemalist” diye işlerinden atıldı, kovuşturuldu. Milli kongreye fikirsel ve örgütleyici nitelikleriyle öncülük eden Mehmet Celil’in “Rehber” gazetesi kapatıldı. Kendisi sürgünden sürgüne yollandı. Sonunda 1939’da Sofya hapishanesinde tüyler ürpertici bir cinayete kurban gitti. İşte Bulgaristan’da Türkler için çalışanların sonu.
Bulgaristan Türklerinin anadiline, Türk tabanına, Türk edebiyatına ve Türk kültürüne dayanarak güç kazanan ve Milli Türk Kongresinde yapılanan siyasi olgunluğu gün gibi doğmuştu. Ne yazık ki Bulgar hükümeti ve kamuoyu bu kongreyi ve aldığı kararları sinesine sindirebilecek olgunluğa erişmemişti. Ruhu ırksal temizlik hastalığına kapılan Bulgar toplumu ulus devlet ve faizlenme derdindeydi. Her şeye rağmen Milli Türk Kongresi yeni Türk harfleri yasağını kaldırttı. Aydınlanma, bilinçlenme ve ulusal Türk kimliğimizde yapılanma çağını açtı.
Bu dünyada en büyük savaşlar kimlik savaşlarıdır.
Ve bu kimliklerin arasında en şereflisi TURAN – Türk kimliğidir.

Bir 10 kişi görseli olabilir
Musa Peygamber, Yahudileri Kızıl Deniz’den kimliklerini korumak için geçirdi. Din savaşları da kimlik savaşıdır, çünkü din kişisel ve milli kimlikten bir oluşturucu parçadır, kimlik dışında var olamaz. Batı Dünyasıında ve Bulgar âleminde toprak için ayaklanma ve savaşlar da kimlik için yürütülmüştür. Çünkü kimlik var olabilme gücünü, tarihten ve topraktan alır. Dünyaya yayılmaları göçebe, (noman) kültürü ile olan TURAN halkları karşılaştıkları halkların kimliğine, dil, din ve kültürüne el kaldırmamıştır. Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesinin de başka bir açıdan değerlendirilmesi, yanlış ve hainlik olur. Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesi, Osmanlı kimliğini reddederken, Bulgar devletinin önerdiği Bulgar kimliğini kabul etmemeye direnirken, Büyük Atatürk’ün yarattığı Türk kimliğini örnek alarak gelişti. Bugün bu kimliğinde özünde TURAN kimlik ve kültürü olduğunu görebiliyoruz ve yeniden aynı yüce değerler etrafında toplanmaya, birleşmeye ve yücelmeye çalışıyoruz. Birleşmek ve işbirliği yaparak birlikte yücelmek “Türk Yolu” boyu halklarının ortak kaderidir. Kimliğimiz yüzü Batıya yani modern medeniyete dönüktür. Anavatan’a göç eden kardeşlerimizin Türk kimliğini zenginleştirerek geliştirmesi de hepimize örnek oldu. Bulgaristan Türk kimliği pek çok engelle mücadele ederek geliştiğinden dolayı direşken, inanmış ve yılmaz bir olgudur. Zulme dayanıklı, kendini her koşulda yenileyebilen, ruhsal birlik sağlayıp ayaklanabilen, çok dayanıklı, yönetici bir kimliği anlatmaya çalışıyoruz. TURAN ruhuyla “Türk Yolu” Türk Dünyası Birliğini pekiştirmemiz Bulgaristan’da Türk kimliği mücadelesinde önemli bir adımıdır.

Bir 3 kişi görseli olabilir
Türk kimliğinin en güçlü devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne komşu Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığı, TURAN özlü Türk kimliği oluştururken çok ciddi ve çeşitli problemler yaşadı ve yaşıyor. Bulgar ulus devleti koşullarında öz kimliğini oluşturma yolunda yaşanan çok acı olayların tekrar etmemesi için Bulgaristanlı Türkler Türkiye’nin yardımlarına her zaman muhtaç oldular. Adalet, azınlık hakları ve özgürlük için 1989 Mayıs Ayaklanması Todor Jivkov rejimini devirdi, Bulgaristan Türkü Bulgaristan Komünist partisini, anayasa ve totaliter rejimi tarih çöplüğüne attı.
1878 Berlin Anlaşmasında ve daha sonra Bulgaristan’ın yer aldığı ikili ve uluslararası anlaşmalarda öz kimliklerine “Bulgaristan Türkleri”, “Bulgaristan Müslümanları” veya “Bulgaristan Türk azınlığı” gibi değişik kavramlara rastlandı. TURAN sözü, adaleti, kültürü ve medeniyetinden söz etmek yasaklandı. Bulgar literatürü aynı topluluk için “Bulgarca konuşmayan Bulgarlaşan”, “İslamlaştırılmış Bulgarlar” v.b. kavramlar geliştirildi. Kimliğimizin öz ve biçimi, yaşam tarzı birlikte değiştirilmek istenirken TURAN ufkumuz her gün kararltıldı. Büyük sayıda kurbanler ve şehitler verdik. Bulgaristan’da 2700 okulumuz kapatıldı. Türkçemiz, alfabemiz, yazı dilimiz, edebiyatımız, tiyatrolarımız ve kültürümüz yasaklandı. Şair ve yazarlarımız, ozanlarımız hapse atıldı. Fakat Bulgaristan Türk kimliğinin TURAN temel taşlarından hiç biri kırılamadı. Bunlardan biri Türk dili, ikincisi İslam dini, üçüncüsü de tarihsel ve kültürel geçmişimiz ve insanlığın yarattığı en şerefli kimliğimizdir.

Fotoğraf açıklaması yok.
Bizim TURAN kökenli yaşayan bir kimliğimiz var. Bugün artık Türk Dünyasında oluşturucu bir parçayız. Bizlerde Türk Dünyasından bir damlayız. Bulgaristan Türk kimliği dendiğinde, çok çetin bir kimlik mücadelesi akla gelir.
Bulgaristan Türklerinin anadili, sözlü ve yazılı edebiyat dili Türk dilidir. Türkçe aynı zamanda TURAN dünyasının ortak dilidir. Yaşam felsefemiz, dünya görüşümüz, sanatımız, kültürümüz Türkçemiz temelinde yücelmiş ve serpilmiştir.
Yazı dilimiz1928’den sonra Latin harfleriyle geliştirdik. Edebiyat ve kültürümüz bu esas üzerinde yapılanmıştır.
Din adamlarının genelde Arap ülkelerinde yetiştirmesi, yıllar için TURAN medeniyetinden gelen has öğeleri, örf ve adetleri yıllar içinde geri planda bırakmıştır. Bu günde 9 bin çocuğumuz kuran kursuna giderken, Türkçe derslerine ağırlık verilmemesi, ana babaları tüm Bulgaristanlıları üzüyor. Bizim için birinci olan anadilimiz Türkçemizdir. Kimliğimiz Türkçemiz esasına dayandırılarak bina edilmiştir. Düşüncemiz Türkçe, sözümüz, yazımız, eylemlerimiz Türkçedir. Karşımıza çıkıp “Din Dilden Önce Geli” gibi hoca tezlerini kabul etmiyoruz. Türkçemiz İslam’dan çok önce vardı ve olacaktır. Şunu çok iyi bilmeliyiz “TÜRKÇE OLMADAN DİN DE OLMAZ HİÇ BİR ŞEY OLAMAZ”

Bir 19 kişi görseli olabilir
Bulgaristan’da açılan din eğitim okullarına Türkiye’den gönderilen hocaları da, Bulgaristan Türklerini öz kültürü olmayan bir halk topluluğu olarak göstermeye çalıştıklarından, TURAN medeniyetinden gelişimizi inkâr ettiklerinden dolayı, kimlik oluşumunda anadilin rolü birinci mi yoksa kinci dereceli midir tartışmasına bugün de neden oluyorlar. Oysa Bulgaristanlı Türklerin yıllarca çeşitli asimilasyon siyasetleri karşısında varlıklarını sürdürebilmeleri ve benliklerini yaşatmaları kimlik düğümlerinde katlanmıştır. Arap ülkelerinde yetiştirilen din adamlarının Türkçelerini geliştirmedikleri için Türklük bilincinden uzak kalmaları da, onları Türk kimliği için yararsız kişiler haline getirirken, Türk kimliğimizi ve İslam ayağını da zayıflatmaktadır. Faşizm döneminde olduğu gibi totaliter diktatörlük yıllarında da hem Türkçenin hem de İslam dininin yasaklanmasıyla ve Türkleri dil ve dininden vazgeçirmekle TURAN tarihinin, Türklüğün unutturulması hedeflenmiştir. Bunun için çok kişi eğitilmiş, gizli ajan-muhbir durumuna getirilmiş ve Türk ruhu aforoz edilmek istenmiştir. Halen devam etmektedir.
Tarihimiz, bugünümüz ve geleceğimiz bunlar hepsi bir bütündür.
Milattan 300- 500 yıl öncesini, Türk Yoluna dizilmiş kültür yüklü deve ve katır kervanlarını bugün hayal etmek zor olabilir. Ne var ki, Doğu ile Batıyı birbirlerine bağlayan köprüler, yollar, duraklar ve sürat araçları bizimdir. Hayat Güneş kadar adil davranarak ve sürekli şansımıza gülümseyerek, Türk Yolu yolcusu olma ve TURAN Dağlarını delerek geçme mutluluğunu bu defa da bize nasip etmiştir.

Bir 3 kişi görseli olabilir

Bir Cevap Yazın