İbrahim SOYTÜRK
Bazen, bu dünyada bir araya gelmemizin en önemli gerekçesi nedir diye sorarız kendimize. Çoğumuzun cevabı basittir: İnsan olmak. Ancak, insan olmanın anlamı, yalnızca et ve kemikten bir varlık olmanın ötesine geçer. İnsanı diğer varlıklardan ayıran, onun taşıdığı değerlerdir; hayata bakış açısı, duygu ve düşünceleri, sevgisi ve öfkesidir. Tüm bu değerler, insanın varlığını anlamlı kılar. Peki, bugün biz bu değerleri ne kadar koruyoruz? Acaba “insan” olarak kalabilmek için, ne kadarını sürdürebiliyoruz?
İnsan olmak demek, sadece bedenen var olmak demek değildir; insan olmak, bir kültür, bir bilinç, bir miras taşımaktır. Hepimizin içinde bir “insanlık kodu” vardır; bu kod, tarih boyunca bizlere, nasıl davranmamız gerektiğini, neyi doğru, neyi yanlış yapmamız gerektiğini öğretmiştir. Bu öğretilerin en önemli unsurlarından biri de “edep”tir. Edeb, bir kişinin sadece başkalarına karşı değil, aynı zamanda kendi içindeki huzura, doğaya, zamana ve insana karşı duyduğu saygıdır. Ancak günümüz dünyasında, birçoğumuz zaman zaman bu “edeb”i unutuyoruz.
Bugün gelinen noktada, insana dair değerlerin ciddi bir sarsılma yaşadığını görmekteyiz. Teknolojinin, hızla gelişen dünya düzeninin ve bireysel özgürlüklerin getirdiği bir yalnızlık da var. Herkesin kendi sesini duyurmak için çırpındığı, göz hizasında bile birbirine saygı duymadan ilerlediği bir dönemde yaşıyoruz. Bu ortamda, insana dair en temel değerler, her geçen gün biraz daha arka plana itiliyor. Kendimizi ya da başkalarını anlamak yerine, başkalarını yok saymaya başladık. Oysa gerçek insanlık, birbirimize duyduğumuz saygı ve anlayışla şekillenir.
İnsanın “Edebini” Koruma Sorumluluğu
Edeb, basitçe bir davranış şekli, bir sosyal protokol olarak algılanabilir. Ancak daha derin bir anlam taşır. İnsanlık, başkalarının haklarına saygı göstermekle, toplumsal normlara uymakla değil sadece, aynı zamanda evrensel değerlere sahip çıkmakla var olur. Başkasının acısını anlamak, ona yardım etmek, doğaya zarar vermemek, doğruyu söylemek, yapılan iyilikleri görmezden gelmemek… Tüm bu unsurlar, insanlığımızı korumanın temel taşlarıdır.
Bugün, teknoloji ve hızla gelişen toplum yapısı içerisinde “insan” olmanın anlamı değişiyor. Sosyal medya, anonimleşmiş yorumlar, dijital dünyadaki sertleşen dil, giderek daha fazla insanın içinde bir hırçınlık ve duyarsızlık oluşturuyor. Kendi özgürlüklerini savunurken, başkalarının haklarını ihlal etmek, ne yazık ki günümüzde yaygınlaşan bir eğilim haline geldi. Kişisel çıkarlar ve bireysel özgürlük adına, toplumsal etik değerler göz ardı ediliyor.
Oysa “insan olmak” demek, sadece kendi haklarımızı savunmak değil, başkalarının haklarına ve yaşama duyduğumuz saygıyla var olmak demektir. Edeb, insanı diğer canlılardan farklı kılan en önemli özelliktir. Ve hepimizin buna ihtiyacı vardır. Toplumlar ancak “edep”le ayakta kalır. Edeb, sadece doğruyu söylemek değil, aynı zamanda dürüst olmak, başkasının hakkına saygı göstermek, hoşgörülü olmak demektir. Ne yazık ki, bu değerler günden güne zayıflıyor.
Edeb, Bir Kültürdür
Edeb, bir halkın kültürüdür, bir milletin ortak değerleridir. Bizim kültürümüzde edep, çok özel bir yere sahiptir. Dedelerimizden kalan en değerli miraslardan biri, büyüklere saygı, küçükleri koruma, doğruyu söyleme ve yanlışı eleştirme anlayışıdır. Ancak bu değerlerin unutulmaya yüz tutması, toplumsal huzursuzluğu ve yalnızlığı artırmaktadır.
Bugün, dünya üzerinde çok farklı kültürler, halklar ve inançlar var. Ancak her bir kültürde benzer insanlık değerleri bulunur. Her toplumda, “edep” ve “saygı” önemlidir. Türk kültüründe de bu, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bir sorumluluktur. İnsan olmak, sadece biyolojik bir varlık olmaktan çok daha fazlasıdır; insan, düşünceleri, duyguları, ahlaki ve etik sorumluluklarıyla insandır.
Kendimizi Yeniden İnşa Etme Zamanı
Belki de asıl sorumuz şu olmalı: İnsan olarak kalmak istiyorsak, neyi kaybettik ve neyi yeniden kazanmalıyız? Edebimizi kaybetmek, insanlığımızı kaybetmek demektir. Edeb, sadece kurallara uymak değil, aynı zamanda başkalarına duyduğumuz saygı, doğaya ve hayata duyduğumuz sevgiyle şekillenir. İnsana, hayata ve doğaya duyduğumuz bu sevgiyle, kendimizi yeniden keşfetmeli ve yeniden inşa etmeliyiz.
Evet, insanlık ve edep birlikte büyür ve gelişir. Her birimiz, etrafımızdaki dünyaya ne kadar değer verirsek, o kadar insan kalabiliriz. “İnsanız” derken, sadece bir türün mensubu olmak yetmez; aynı zamanda diğer insanlara, doğaya, hayata ve kendimize karşı da sorumluluğumuz vardır. İnsan olmak, sürekli bir arayıştır. Kendimizi daha iyiye götürmek için, insanlık yolunda her gün bir adım daha atmamız gerektiğinin farkında olmalıyız. Her adımda, edebimizi ve insanlığımızı koruyarak ilerlemeliyiz.
Sonuç olarak, “insan” kalmak istiyorsak, bu dünyanın en değerli varlığı olduğumuzu unutmamalıyız. İnsanlık, hem içsel hem de toplumsal değerlerimizle anlam kazanır. Edebimizi, insana ve dünyaya karşı sorumluluklarımızı koruyarak; hem kendimizi hem de dünyayı daha iyi bir yer haline getirebiliriz. Unutmayalım, sadece “insan” olarak kalmak, “insanlık” yolunda her birimizin üzerine düşeni yapmayı gerektirir.
