ÖMÜR ÇELİKDÖNMEZ
Eşeğini dövemeyen semerini dövermiş. Türkiye’nin Kıbrıs politikası da aynen öyle. Kıbrıs’ı İngilizler’e II. Abdulhamid teslim etmişti.
II. Abdülhamit’in Filistin ve Kıbrıs meselesi!..
Siyasal İslamcıların “Kudüs Davası” dedikleri aslında İngiliz çıkarlarına hizmet etmekle aynı anlamda. Nasıl mı? Siyasal İslamcıların tartışmasız kabüllendikleri şehir efsanesine göre Siyonist Yahudilerin önderi Theodore Herzl, İstanbul’da II. Abdulhamid ile görüşmesinde Filistin’in kendilerine satılması halinde Osmanlı’nın borçlarının kapatılacağı vaadinde bulunur.
Siyasal İslamcıların piri II. Abdülhamid, kendisine Osmanlı Devletinin borçlarını ödeme sözü veren Theodore Herzl’e, “Bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim de bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir!” cevabını verir.
Ama aynı Abdulhamid Kıbrıs topraklarını savaşmadan İngilizlere teslim ederken hiç aklına, her karış toprağı şehit ve gazilerin kanı sulanmış Kıbrıs’ın da vatan olduğu gelmez, söz konusu Kraliçe olunca gıkı çıkmaz.
Kıbrıs İngilizlere nasıl teslim edildi?
93 Harbi sonrası Berlin Kongresi öncesinde, sağmayacağı keçinin önüne ot atmayan İngiltere, “Kıbrıs’ın kendisine verilmesi şartıyla” kongrede Osmanlı’ya yardım edeceğini bildirdi. Bizim aynalı sazanlar oltaya takıldı ve 1 Temmuz 1878’de devletler hukukunda görülmemiş garip bir antlaşmayla Kıbrıs İngiltere’ye “emaneten” terk edildi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, 23 Mayıs 1878’de Osmanlı’ya resmen başvurup Kıbrıs’ın İngiltere’ye verilmesini istedi. İngiltere ve Osmanlı arasında 4 Haziran 1878’de Kıbrıs Mukavelenamesi imzalandı. 2 maddelik bu antlaşmaya göre Anadolu’da İngiltere’nin Rusya’ya karşı Osmanlı’yı rahat savunabilmesi için Kıbrıs İngiltere’ye terk ediliyordu. Buna göre İngiltere, Kıbrıs’a karşılık her yıl Osmanlı’ya 22 bin 936 kese altın ödeyecektir.
Dini imanı para olan Siyasal İslamcılar, altın lafını duyunca İngilizlerin teklifine balıklama atlar. İngiltere ile Osmanlı arasında 4 Haziran 1878 antlaşmasına ek olarak 1 Temmuz 1878’de bir antlaşma daha imzalandı. Dışişleri Bakanı Saffet Paşa ile İngiliz elçisi Henry Layard arasında imzalan 6 maddelik bu anlaşmaya göre; Kıbrıs’ta bir dini mahkeme ile Evkaf İdaresi bulunacaktı. Osmanlı, Kıbrıs’ta devlete ve padişaha ait olan taşınmazları serbestçe satabilecekti. Osmanlı, 7 Temmuz 1878’de İngiltere’nin Kıbrıs’a asker çıkarmasına izin verdi. 12 Temmuz 1878’de İngiliz birlikleri Kıbrıs’a çıkarak adanın yönetimine resmen el koydular. Türk bayrağını törenle indirip yerine İngiliz bayrağını çektiler. Post modern siyasal İslamcıların yere göğe sığdıramadıkları II. Abdülhamit, 15 Temmuz 1878’de “Hukuku şahaneme helal gelmemek şartıyla anlaşmayı tasdik ederim” diyerek Kıbrıs’ı İngiltere’ye bırakan bu antlaşmaları onayladı. Böylece Osmanlı, Kıbrıs’ın yönetimini, toprak mülkiyetine sahip olmak koşuluyla, geçici olarak İngiltere’ye bıraktı.I. Dünya Savaşı başlayıp da Osmanlı, Almanya’nın yanında savaşa girince İngiltere, 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı ilhak etti. 1974’te Barış Harekâtı’yla Kuzey Kıbrıs kesimini ele geçirinceye kadar canımız çıktı.
İşgalci İngilizler, Rumlar’la Türkler’i çatıştırdı…
Türkiye, bugüne kadar Kıbrıs politikasına ABD ve İngiltere’ye göre ayar verdi. Kıbrıs tarihinin Rumlarla Türklerle çatışmasından ibaret olduğunu sanmak Adanın işgalcisi İngilizlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değildir.
Çünkü işgalci İngilizler, Rumlarla Türkleri çatıştırarak kendi askeri varlıklarını sürdürdüler. 1950 öncesi Ada Rumlarının İngiliz askeri varlığına karşı başlattıkları tedhiş ve terörle baş edemeyen Koloni yönetimi, Rum direnişçileri saf dışı bırakmak için Türkleri askere aldı.
Daha düne kadar İngilizlere birlikte kafa tutan Türkler ve Rumlar, şimdi birbirlerine silah doğrultuyordu. İkinci aşama, İngiliz istihbaratının devşirdiği Rumların, Türklere saldırmasıydı. Böylelikle ilk nifak tohumları ekildi.
EOKA’nın asıl hedefi, İngiliz Sömürge Yönetimi olmasına rağmen, İngiliz İstihbaratı, Türklerle Rumları karşı karşıya getirerek çatıştırmayı başardı, böylelikle adadaki işgalci tutumunu sürdürmeyi garantiledi. 1931 Haziranı’nın da Kıbrıs’taki İngiliz Vali Storrs Koloniler Bakanına yolladığı raporda, ekonomik bunalımın etkileriyle birlikte Kıbrıs’taki İngiliz yönetimine karşı hoşnutsuzluğun artmakta olduğunu bildirmişti. 1930’dan sonra, Kurtuluş Savaşı Gazisi Necati Bey’in Rumları da direnişe müdahil eden politikasıyla dengenin İngilizler aleyhine bozulmaya başlaması Londra’yı panikletir. Ankara ve Atina arasındaki yakınlaşma adaya yansımıştı.
Yunanlılar ve Rumlar İngilizlerin kendilerini Türklere karşı nasıl kullandıklarını anlamışlardı. Boşuna dememişler “bir musibet bin nasihatten evladır” diye. Adada Rum-Türk ortak cephesi yaratacağı tehlikeler, İngiliz Sömürge yönetimini acilen yeni önlemler almaya yöneltir.
En iyi bildikleri işi yaparlar; böl parçala yut!
Ada Rumları’nın İngiliz askeri varlığına karşı başlattıkları tedhiş ve terörle baş edemeyen Koloni yönetimi, Rum direnişçileri saf dışı bırakmak için Türkler’i askere aldı. Daha düne kadar İngilizler’e birlikte kafa tutan Türkler ve Rumlar, şimdi birbirlerine silah doğrultuyordu. İkinci aşama, İngiliz istihbaratının devşirdiği Rumlar’ın, Türkler’e saldırmasıydı. Böylelikle ilk nifak tohumları ekildi. EOKA’nın asıl hedefi, İngiliz Sömürge Yönetimi olmasına rağmen, İngiliz İstihbaratı, Türkler’le Rumlar’ı karşı karşıya getirmeyi başardı. 1951 Eylül’ünde Türkiye, NATO’ya kabul edildi. 18 Şubat 1952’de, 5886 sayılı yasa ile TBMM, NATO anlaşmasını onayladı ve Türkiye, resmen NATO üyesi oldu. Türkiye, NATO’ya girdiği tarihten itibaren Kıbrıs politikasını Ada’da İngiltere yönetiminin korunması, bu statüde değişiklik olacaksa Türkiye’nin de söz sahibi olması gerektiği yönünde şekillendirdi. 1950 referandumunu, Türkler boykot etmiş, Rumlar yüzde 95 oyla Yunanistan’a bağlanma kararı almıştı. Kıbrıslı Rumlar’ın “Enosis” talebi, adanın self-determinasyon hakkını temsil ediyordu. Ancak Türkler, Rumlar gibi düşünmüyordu.
Türk Mukavemet Teşkilatı’ndan önce kurulan Volkan’ın eylemleri, daha çok bildiri dağıtmakla sınırlıydı. Örgütün kurucu üyelerinden ‘Mustafa William’ adlı kişi, İngiliz casusuydu. 1958 Mayıs’ında Ankara’da karargah kuran TMT, Temmuz ayında Lefkoşa’daki karargahını da açar. TMT’nin ihtiyaç duyduğu silahlar, Anamur ve Mersin’de oluşturulan depolarda ve her an gönderilmeye hazırdır.
“İngiliz İslamcıları”nın, Filistin davasında nasıl Kraliçe’nin adamlarının tezlerine bağlılıkları Türk Milleti’nin ve Devlet’inin doğrusu değilse, Kıbrıs mevzusunda da İngiliz tezlerine sahip çıkmak, doğru olmadığı gibi ihanettir. Kıbrısın tamamı İngiliz işgalinde. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kıbrıs sorunun çözümü için “egemen ve eşit iki devletli yapı” çağrısını yinelemesi İngiliz ekmeğine yağ sürmekten başka işe yaramaz.
Zaten fiili durum bu ve bunu kamuoyuna duyurmak sadece malumu ilan olabilir. Benzer süreç Kıbrıs’ta yaşandı. Kadim Türk Devleti, Ortodoks Hıristiyan Türk askerleriyle İngilizler’den şimdilik Kıbrıs’ın bir kısmını aldı. “İçimizdeki İrlandalılar” olmasaydı tamamını alacaktı.
Hani şu Mübadele ile Yunanistan’a gönderilen, iki yüz bin Karamanlı Hıristiyan Ortodoks inancına sahip Türkler var ya, işte onlar Yunanistan ve Kıbrıs’ta Türkiye’nin milli ameline canları pahasına hizmet ettiler. Eğer günün birinde uzunbacaklı sarı çıyanların adadan tası tarağı toplayıp çıkıp gittiklerini duyarsanız bilin ki bu başarı, Washington ve Londra’ya bakıp siyaset yapanların değil, Karamanlı Ortodoks Hristiyan Türklerindir. Şimdi onlar çoğaldılar iki milyon falan oldular. Doğu Akdeniz’in değişen jeopolitiğinde ana aktör Türkiye’nin Kıbrıs politikasında gözle görülür değişiklikler var. 2017 yılında İsviçre’nin Crans Montana kasabasında yürütülen görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması, biraz da İngiltere dışişlerinin yönlendirmesi ile Ankarayı politika ve söylem değişikliğine gitti. Yeni süreçte Ankara, siyasi eşitliği temel alan iki bölgeli iki toplumlu federasyonu temel alan geleneksel Kıbrıs politikası yerine iki devletli bir Kıbrıs temelinde bir perspektifi öne çıkarıyor Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs Barış Harekatı’nın 47. yıldönümü törenleri kapsamında beraberindeki heyetle adaya ‘‘çıkarma’’ yapması, bu değişikliği perçinleme amaçlı.
Neden “Taksim”e karşı çıkmalı?
Ben diyorum ki, “Kıbrıs’taki Türk ve Rum bölünmüşlüğünü giderip, adil federatif tek devlet kuralım!” Türkçesi; “Uzunbacaklı İngilizleri adadan kovalım!”
Buna karşı çıkan gitsin Kraliçe’nin buruşuk eteğini öpsün!