Eğitim

İmam Maturidi’nin Müslümanlar arasındaki ayrımcılık ölçütleri

Prof. Dr. Ramazan BİÇER
Mâtürîdî’nin özenle üzerinde durduğu bir konu, kıble ehlinin tekfir edilemeyeceğidir. Hz. Muhammed’in vahiy yoluyla alıp insanlara tebliğ ettiği kesin delille sabit olan dinî bir esasın doğruluğunu inkâr edenin kâfirliğine hükmedilir. Hz. Muhammed, hangi gerekçe ile İslam’ı kabul ettiğine bakmaksızın dini tasdik eden herkesi Müslüman olarak kabul etmiş ve hiç kimseyi tekfir etmemiştir.
Medine döneminde İslam toplumu içinde Kur’an’ın kendilerini azapla tehdit ettiği münafıkların varlığı bilinmekle birlikte, yine de tekfire başvurulmamıştır. Kur’an, kalplerine iman girmeyip, ancak mümin olduklarını ifade eden Bedevileri, İslam dairesinin içinde kabul etmiştir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in, mü’minlerin birbirlerine küfür isnadını yasakladığı da haber verilmiştir. Mâtürîdî, inkâr söz konusu olmadıkça ehli kıbleyi iman dairesinin dışına çıkarmamayı genel bir ilke olarak benimsemiştir.
Ehl-i kıble ifadesi ile “inanılması zaruri olan inançlar üzerinde ittifak edenler” kastedildiği kabul edilmektedir. Bir başka ifade ile “Kıbleye karşı namaz kılmayı kabul edenlerdir”. Burada namaz kılması söz konusu olmayabilir ancak itikadi bağlamda İmanın temel ilkelerini benimsemesi gerekir. Buna göre inanç esaslarına iman edenlerin tekfiri İmam Mâtürîdî’ye göre mümkün değildir. İman, Hz. Peygamber’in getirdiklerinin tamamını tasdik etmek; küfür ise bunlardan herhangi birisinde onu yalanlamaktır. Bu durumda Allah’tan başka tanrı olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna samimiyetle inanan ve bu inancını bozacak bir davranışta bulunmayan Müslümanlara kâfir demek, sağlam bir inanç ile bağdaşmaz. Bu doğrultuda Mâtürîdî’ye göre “ehl-i kıble” farklı yorumlarından dolayı tekfir edilemez ama Müslümanların genel-geçer ilkelerine aykırı olanlar, bid’atçı olarak nitelenebilir. Bid’at ise, İnanç esaslarının inkârı zemininde değil de ümmetin ihtilafına yol açan keyfiyeti konularında farklı anlayış ve görüşler kişiyi İslam dairesinin dışına çıkarmaz.
Mâtürîdî’nin bu yaklaşımı ise, Müslümanlar arasında uzlaştırıcı, birleştirici ve hoşgörülü bir anlayışın, sosyal barışın, farklılıkların zenginleştirici bir nitelik kazandırdığı sağlıklı bir dini anlayışın tezahürüdür.
Müslümanlar arasındaki temel ayrılık ölçütleri, camileri ayırmak, karşısındaki kesim, grup ve kimseleri küfre nispet ederek, kafir diyerek dışlamak ve evlilikleri engellemektir. Camileri ayırmamak, halkın namaz kıldığı camilerden ayrı olarak bir başka cami oluşturmak anlamındadır. Bu durum ise cemaatten kopmadır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de “dırar mescidi” örneğiyle anlatılmıştır. “Zarar vermek, ayrılık çıkarmak, ayrım yapmak” anlamlarına gelen dırâr kelimesi, mescid kelimesiyle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de “mesciden dırâren” şeklinde geçmektedir (et-Tevbe 9/107).
İkinci husus ise, sadece kendisini Mü’min ve Müslüman görerek, kendisi gibi düşünmeyenleri, Iman ve İslam dışına atmak ve kafir olarak nitelendirmektir. Bu durum ise, kendi ölçütlerini oluşturduğu iman ve islam kabulunun bir sonucu oluşmaktadır. Bu durumda her kesim kendi inanç ilkeleri oluşturabilir ve kendilerinin dışındaki Müslümanları, iman dairesinin dışına öteleyebilir. Bu da sınırsız bir bölünmeyi ve ayrımcılığı sonuç verir. Birlik ve birliktelik, Kur’an ve Sahih sünnetin ana ilkelerindedir. Bu ilkeleri farklı yorumlamak ise ayrılık olarak değerlendirilemez. Nitekim itikadi ve ameli mezhepler böyledir.
Üçüncü husus olan evlilik sınırı, Kur’an ve Hz. Peygamberin bildirdikleri çerçevesinde olur. Bunda ise iman ön şartı konulmuştur. Yani imanının olması evlilik için yeterlidir. Ancak kendi kesim, grup ve düşüncesine mensup olmayanlarla evlenmeye engel olmak, bir ayrıştırmadır. Elbette herkes bireysel tercih, kriter ve ilkeleri doğrultusunda bir evlilik yapar. Ayrımcılık göstergesi olan ise, kendi inanç grubu ve mensubiyetinden olmayan kimselerle, evlenmenin dini olarak yasak olması anlayışıdır. Zira bu durumda dışlanan kesim aynı zamanda imanın dışına ötelenmiş olmaktadır. Evlilik konusu bireysel ve toplumsal bir olgu olup, “dini” örtü altında değerlendirilmemelidir. Nitekim Kur’an, “Mümin kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir” (el-Mâide, 5/5). Bu ayete göre dini ölçütler açısında Müslümanların arasında evlilik yapılamayacak bir kesim yoktur. Üstelik ayet bu konuyu daha da kapsamlı hale getirerek, semavi dinlerin mensuplarıyla da evlenilebileceğini vurgulamıştır.

Bir Cevap Yazın