Yazarlarımız

Acının Görsel Tüketimi: Modern Çağın Çelişkisi

Gülten RAYİMOĞLU

Dünya giderek tuhaflaşan bir yer haline geliyor. Teknoloji ilerledikçe insanların birbirine ulaşması kolaylaşıyor, ama bir o kadar da uzaklaşıyoruz. Bir tarafta acıyı derinden hisseden, yaşayan insanlar varken, diğer tarafta o acıyı yalnızca bir fotoğraf karesine indirgeyip tüketen kitleler var. Bu paradoks, modern toplumun en keskin çelişkilerinden biri haline geldi. Peki, bu durum neden bu kadar yaygınlaştı ve sonuçları neler olabilir?

Acının Görsel Kültürdeki Yeri
Acıyı görsel olarak kaydetme ve paylaşma dürtüsü, tarih boyunca insan doğasının bir parçası olmuştur. Sanatçılar savaşları resmetmiş, gazeteciler trajedileri fotoğraflamış ve yazarlar tanıklıklarını kaleme almıştır. Ancak teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte, bu eylem bir amaçtan ziyade refleks haline geldi. Bugün sosyal medya ve akıllı telefonlarla, herkes birer “amatör gazeteci” ya da “içerik üreticisi” haline geldi.
Bu durum, acıyı belgelemekle onu bir “tüketim nesnesine” dönüştürmek arasındaki çizgiyi bulanıklaştırdı. Artık bir trajedi gördüğümüzde yardım etmeyi düşünmeden önce, o anı kaydetmeyi ve sosyal medyada paylaşmayı düşünüyoruz. Ancak bu paylaşım, ne kadar farkındalık yaratıyor? Yoksa yalnızca kısa bir “viral içerik” olarak mı tüketiliyor?

Acının Paylaşımı mı? İzlenmesi mi?
Bu süreçte, acının paylaşılması ve izlenmesi arasındaki farkı anlamak çok önemli.
Paylaşım: Acıyı belgelemek ve yaymak, bazen değişim yaratmanın bir aracı olabilir. Örneğin, 20. yüzyılda savaş bölgelerinden gelen fotoğraflar, dünya genelinde farkındalık yaratarak insani müdahalelere zemin hazırlamıştır. Bu tür belgeler, hikayeyi dünyaya anlatma sorumluluğunun bir parçasıdır.
İzleme: Öte yandan, acıyı yalnızca bir izleyici olarak takip etmek, sorumluluktan kaçmanın bir yolu olabilir. Sosyal medyada trajik bir videoya “üzgün yüz” emojisi bırakıp başka bir içeriğe geçmek, empati gibi görünse de aslında pasif bir tepkiden öteye geçmez.
Bu ayrımı yapmak, bireysel ve toplumsal anlamda büyük önem taşır. Çünkü bir izleyici olmak, yalnızca kendimizi koruma mekanizması olarak işlev görürken, acıyı paylaşmak ve ona tepki vermek, gerçek bir değişim yaratma potansiyeline sahiptir.

Empati Çağının Çöküşü
Bir zamanlar empati, insan olmanın temel taşlarından biri olarak görülüyordu. Ancak dijitalleşen dünyada bu duygu giderek mekanikleşti. Artık bir felaketi, savaş görüntüsünü veya kişisel bir trajediyi yalnızca ekranımızın arkasından izliyoruz. Görüntülerin üzerimizde yarattığı ilk duygusal etki hızla sönümleniyor ve acıdan uzaklaşmayı tercih ediyoruz.
Empati eksikliği, toplumsal duyarsızlığa yol açıyor. Birini acı çekerken görmek, bizim üzerimizde bir yük yaratmalı, harekete geçmemizi sağlamalıdır. Ancak bunun yerine, izlemekle yetiniyoruz. Bu durum, özellikle genç nesillerde empati yeteneğinin azalmasına ve insanların gerçek bağlantılar kuramamasına neden oluyor.

Neden Fotoğraf Çekiyoruz?
Bir trajedi gördüğümüzde neden refleksif olarak telefonumuza sarılıyoruz? Bunun birkaç nedeni olabilir:
1. Kendini Belgeleme: İnsanlar, gördüklerini belgeleyerek olaya tanıklık ettiklerini hissetmek ister. Ancak bu, çoğu zaman kişisel bir deneyimden öteye geçmez.
2. Duygu Paylaşımı: Fotoğraf çekip paylaşarak başkalarının da bu trajediyi görmesini sağlamak, farkındalık yaratma arzusunun bir ifadesidir. Ancak bu paylaşım genellikle eyleme dönüşmez.
3. Sosyal Kabul: Sosyal medyada beğeni ve etkileşim almak, birçok kişi için bir onay mekanizmasıdır. Bu yüzden trajik olaylar bile birer içerik kaynağı olarak kullanılır.
4. Eylemsizlik Refleksi: Acı verici bir olaya müdahale etmek zor olduğu için, çoğu kişi bunun yerine gözlemci rolünü benimser. Fotoğraf çekmek, bu pasif gözlemcilik rolünü destekler.

Peki, Çözüm Nedir?
Acıyı görsel bir nesneye indirgemek yerine, onu anlamaya ve çözmeye yönelik bir araç olarak kullanabiliriz. Bunun için:
Empatiyi Canlandırmak: Herkesin acının ötesinde bir hikaye olduğunu anlaması gerekiyor. Bir insanın çektiği acıyı görmek, bizi harekete geçmeye teşvik etmelidir.
Eyleme Geçmek: Görüntüleri paylaşmanın ötesine geçip, bağış yapmak, yardım kampanyalarına katılmak veya acıyı çeken insanlara doğrudan destek sağlamak gibi eylemler gerçekleştirilmelidir.
Sorumlu Belgeleme: Eğer bir olay belgeleniyorsa, bu yalnızca farkındalık yaratmak ve değişimi desteklemek için yapılmalıdır. Olayın öznesi olan kişilerin rızası, etik bir zorunluluktur.

Son Söz
Dünya tuhaf bir yer. Ama bu tuhaflığın içinde insanlığımızı kaybetmek zorunda değiliz. Acıyı izlemek, onu bir nesneye dönüştürmek yerine, ona dair sorumluluk almak insan olmanın gereğidir. Belki de asıl soru şu: Acıyı belgeleyip geçmek mi, yoksa onu azaltmaya çalışmak mı insanlığı tanımlar? Yanıtı hepimiz kendi eylemlerimizde bulabiliriz.

Bir Cevap Yazın