Rafet ULUTÜRK
Türk-İslam davası, Türkiye’nin 1500 yıllık tarihine derin köklerle bağlı olan, hem milli hem de manevi bir meseledir. Türkiye, hem Türklük kimliği hem de İslam inancıyla, tarih boyunca insanlığın umut ışığı olmuş, adaletin ve merhametin bayraktarlığını üstlenmiştir. Bugün bu misyon, yalnızca geçmişin mirası değil, geleceğin yolunu çizen bir rehber olarak karşımıza çıkıyor.
Türk-İslam Davası: İki Kanatlı Bir Kuş Misali
Türk-İslam davasını daha iyi anlamak için onu bir kuşa benzetebiliriz. Kuşun iki kanadı vardır: Biri Türklük, diğeri İslam. Bu iki kanat, birbirine bağlı, uyumlu ve güçlü olduğu sürece kuş gökyüzünde özgürce süzülebilir. Ancak kanatlarından biri kırılırsa, kuş uçma yetisini kaybeder, düşer ve av olmaktan kurtulamaz. Türkiye de Türklük ve İslam kimliğini bir arada güçlü tuttuğu sürece, hem kendi topraklarında hem de dünyada adaletin ve barışın teminatı olabilir.
Türklük: Kültürel Köklerin Gücü ve Milli Kimliğin Temeli
Türklük, Türkiye’nin milli kimliği ve tarih boyunca taşıdığı kültürel kodlarının temelidir. Bu kimlik, tarihin her döneminde adaleti ve hoşgörüyü ön planda tutan, milletleri birleştiren ve bir medeniyet kuran bir anlayışla var olmuştur. Göktürk Kağanlığı’ndan Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanan bu tarihi çizgi, Türklüğün yalnızca bir etnik aidiyet olmadığını; aksine, tüm insanlık için bir değer taşıdığını gösterir. Türklük, Türk milletinin cesareti, bağımsızlık tutkusu ve dik duruşunu simgeler. Ancak bu kimlik, İslam’ın manevi rehberliğiyle birleştiğinde, çok daha kapsamlı bir misyona dönüşür.
İslam: Evrensel Birleşme ve Manevi Güç Kaynağı
Türk milletinin tarih boyunca güçlü olmasının en büyük nedenlerinden biri, İslam’ın barış, adalet ve kardeşlik mesajını benimsemiş olmasıdır. İslam, Türklüğün kendini evrensel bir misyonla bütünleştirmesini sağlamış, milli bir kimliğin ötesine taşıyarak insanlığa hizmet eden bir kavram haline getirmiştir. Türk milleti, İslam’ın öngördüğü adalet anlayışı, yardımlaşma ve merhamet gibi değerleriyle İslam dünyasında saygın bir konum elde etmiştir. Türklerin İslam’ı kabul etmesiyle birlikte bu iki güç, birbirine entegre olmuş; dünya sahnesinde daha büyük, daha anlamlı bir yer edinmiştir.
Tarihi Misyon: Mazlumların ve Hakkın Sesi Olmak
Bugün, Türkiye’nin bu iki kanatla mazlumların sesi olması, tarihin bize bıraktığı önemli bir mirastır. Çevremizdeki coğrafyalarda hakları gasp edilen, zulme uğrayan toplumlar, Türkiye’yi bir umut kaynağı olarak görmektedir. Bu da bizim için hem büyük bir onur hem de ağır bir sorumluluktur. Türkiye, bu misyonu ancak Türk-İslam davasına sadık kalarak yerine getirebilir. Bu iki kanadı sağlam tutarak, mazlumlara kucak açmak ve hakkı korumak için mücadele etmeye devam etmeliyiz.
Türkiye’nin Görevi: Geleceğin Yolunu Çizmek
Bu misyon yalnızca geçmişin bir yadigârı değil, aynı zamanda geleceğin yolunu belirleyen bir kılavuzdur. Türkiye, dünya üzerinde önemli bir güç olarak yükselmeye devam ederken, Türk-İslam davasındaki liderlik rolünü pekiştirmelidir. Bu rol, Türkiye’yi güçlü ve bağımsız kılmanın yanı sıra, tüm insanlık için de bir umut ışığı olma sorumluluğunu taşır. Eğer bu kanatlardan biri zayıflarsa, Türkiye’nin hem bölgesinde hem de dünyada üstlenmesi gereken görev aksayacaktır. Bu nedenle, milli ve manevi değerlerimizi güçlü tutmak ve bu doğrultuda genç nesilleri bilinçlendirmek, Türkiye’nin gelecekteki liderlik potansiyelini de artıracaktır.
Sonuç: Türkiye’nin Yükselişi ve Türk-İslam Davasının Gücü
Türk-İslam davasının bayraktarlığını yapmak, Türkiye’ye en çok yakışan görevdir. Bu iki güçlü kanadı korumak, hem Türkiye’yi yükseltecek hem de dünyaya örnek bir model sunacaktır. Tarih boyunca Türklük ve İslam bir arada güçlü olmuştur; bu birliktelik, bugün de dünyaya barış ve adalet sunmanın anahtarıdır. Bu bilinçle, Türkiye’nin kendine yakışan bu misyonu sürdürmesi ve tüm insanlığa ışık tutması en büyük temennimizdir.
Türkiye, her iki kanadını da güçlü tuttuğu sürece, yalnızca kendisi için değil, insanlık için de bir umut olmaya devam edecektir.