Tarih, bir milletin belleği, kültürünün temeli ve bir arada var olma mücadelesidir.
Ancak, çoğu zaman tarihsel olaylar ve kişilikler, toplumlar için seçici bir şekilde anlatılır.
Bizim tarihimizin en yakın dönemi, 1938 sonrası, işte tam da bu seçici anlatımın dışına itilmiş bir “karanlık çağ” olarak kayıtlara geçmiştir.
Bizlere öğretildiği kadarıyla, 1938’de Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra, adeta zaman durmuş, 1950’lere kadar bir boşluk oluşmuştu.
Birçok öğrenci, 1071’deki Malazgirt Meydan Muharebesi’ni, 1453’teki İstanbul’un Fethi’ni ezbere bilirken, 1950’lerdeki çok önemli toplumsal, ekonomik ve siyasi kırılmalar hakkında hiçbir bilgiye sahip olmazdı. Bu boşluk, sadece eğitim sisteminin bir yansıması değil, aynı zamanda toplumun kolektif hafızasında da büyük bir eksikliktir.
Tarih, Durduğu Yer Değil, Sürekli Akışta Olan Bir Zihinsel Süreçtir
Tarih, statik bir kavram değildir. O, her an yaşanan, şekillenen ve devam eden bir süreçtir.
Ancak biz, 1938’den sonrasını sanki hiç yaşanmamış gibi göz ardı ettik. 1938 sonrası dönemi hiç öğrenmeyen bir nesil, 1950’lerdeki çok önemli siyasi değişiklikleri, 1960’taki askeri darbeyi, 1980’deki darbe ve sonrası toplumsal travmaları anlamadan büyüdü. ;
Bu boşluk, büyük bir eksiklik ve yanlış bir eğitim anlayışının sonucudur.
1938’den sonrasını “görmeme” durumu, geçmişe dair sadece “parlak” dönemleri, “zaferleri” öğretmekle sınırlı kalmış bir eğitim anlayışının yaratacağı büyük bir çıkmazdır.
Oysaki bu tarih dilimi, milletimizin başına gelen en zorlu ve en acı olayları barındırmaktadır.
Siyasi ve toplumsal dönüşüm, ekonomik zorluklar, dış müdahaleler ve iç çatışmalarla şekillenmiştir.
Bu dönemde, toplumun büyük bir kısmı; özgürlük, bağımsızlık ve onurlu bir yaşam adına mücadele etmiş, bedel ödemiştir.
Atatürk sonrası dönemde yaşananlar, bugün çoğu insanın fark etmediği, hatta unuttuğu çok önemli tarihi olaylar ve kişiliklerle doludur.
1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi, çok partili hayata geçiş, siyasi özgürlüklerin artışı, ama aynı zamanda ekonomik darboğazlar, halk isyanları ve askeri darbeler gibi pek çok olay, doğru bir tarih anlayışıyla, özellikle genç kuşaklara aktarılmalıdır.
Unutulmuş Kahramanlar: Geçmişin Sessiz Kahramanları ve Gerçek Kahramanlık
Çocukluk yıllarımızda hepimiz Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Atatürk gibi büyük kahramanları öğrenip ezberledik.
Ancak 1960’daki ilk askeri darbe ya da 1980’deki ikinci darbe ve o dönemdeki siyasi figürler, halkın verdiği mücadeleler hakkında en ufak bir fikir sahibi olamadık. Birçoğumuz Adnan Menderes’i ya da Turgut Özal’ı tanımadık, tanısak da çok az bilgi sahibiydik.
Oysa ki bu isimler, sadece siyasi liderler değil, aynı zamanda halkın özlemleriyle yoğrulmuş, güçlü bir değişim ve dönüşümün sembolleriydi.
1960 darbesi sonrasında, halkın yaşadığı travma, demokrasinin nasıl bir kırılma noktasına geldiği, 1980 darbesinin Türkiye’yi nasıl bir kutuplaşmaya sürüklediği ve toplumun nasıl yeniden yapılanmaya gitmek zorunda kaldığı, halkın yaşadığı sosyal travmalar ve mücadeleler, doğru bir şekilde anlatılmalı, ders kitaplarına girmelidir.
Ancak bizlere ne yazık ki, 1938 sonrası dönemin karanlık olduğu öğretildi.
O dönemin “görünmeyen kahramanlarını” unuttuk.
Menderes’in idamı, Özal’ın ekonomik reformları ve halkın bu süreçteki tepkileri, bu hikayenin içinde kaybolan önemli birer parça oldu.
Türkiye’de demokrasi mücadelesinin ne kadar bedel gerektirdiğini, halkın ne tür zorluklarla karşılaştığını anlatmadık.
Siyasi alanda yaşanan bu büyük travmaların halkın yaşamı üzerindeki etkilerini kavrayabilmek, aslında Türkiye’nin ilerleyen yıllarda nasıl bir siyasal kimlik kazandığını anlamak için kritik öneme sahiptir.
Tarihimizi Biz Yazmalıyız: Başkaları Yazarsa Bizim Hikayemiz Olmaz.
Tarih, milletlerin sadece geçmişini değil, aynı zamanda geleceğini de şekillendirir.
Tarihimizi başkalarının yazması, bizim kimliğimizi kaybetmemize yol açar.
Tarihi yazmak, milletin egemenliğini ve bağımsızlığını savunmaktır.
Eğer biz kendi tarihimize sahip çıkmazsak, o zaman başkaları bizim yerimize onu yazar.
O zaman, tarihimizin anlamı da, toplumun kimliği de silinmeye mahkûm olur.
1938’den sonrasını bilmeden, anlayamadan bir milletin geleceği kurulamaz.
Çünkü geçmişini bilmeyen bir millet, geleceğini de inşa edemez.
Geçmişin hatalarından ders almak ve doğru bir yön belirlemek için, önce bu “karanlık dönem” i aydınlatmalıyız.
Günümüz Türkiye’si, tarihiyle yüzleşmeli ve onu doğru şekilde yazmalıdır.
Gerçek kahramanlar, yalnızca geçmişin büyük figürleri değil, aynı zamanda yakın dönemin kahramanlarıdır.
Tarihimizi doğru şekilde öğrenmek, bizi hem içsel olarak güçlendirir hem de dünya tarihindeki yerimizi netleştirir.
Bugün, 1938 sonrası dönemi göz ardı eden bir eğitim anlayışına karşı çıkarak, bu boşlukları doldurmalıyız.
Çünkü ancak böyle, halkımızın kahramanlıkları, mücadelesi ve devlet yapımız doğru bir şekilde şekillenir.
Geleceği Kuran Millet, Tarihine Sahip Çıkan Millet Olur!
Bir milletin gerçek kahramanları, sadece savaş meydanlarında değil, her dönemde halkın yaşamını dönüştüren liderlerdir.
Bizi biz yapan değerlerin ne olduğunu, hangi bedellerle elde edildiğini, hangi kahramanların bu toprakları vatanlaştırdığını öğrenmek sadece bir eğitim meselesi değil, aynı zamanda toplumun bilinçlenmesi ve geleceğe sağlam bir adım atması anlamına gelir.
Geçmişin karanlık çağını aydınlatmalı, tarihi kendi gözümüzle görmeli ve geleceği kurarken, geçmişin ışığında yürümeliyiz.