Rafet ULUTÜRK
Tarih, sadece kitaplarda kalan bir bilgi değil; ait olduklarımızı, kim olduğumuzu ve geleceğe nasıl yürüdüğümüzü belirleyen en güçlü pusulamızdır. Balkan Türkleri için bu pusulanın en parlak ışıklarından biri, hiç şüphesiz Buhara’dan başlayıp Kırcaali’ye uzanan büyük yolculuğuyla Kırcı Ali’dir. Onun hikâyesi, yalnızca bir kahramanın hayatı değil; bir kültürün, bir inancın ve bir medeniyetin Balkanlar’a taşınmasının sembolüdür.
Bugün vizyona giren “Kırcaali Efsanesi” belgeseli, işte bu unutulmuş yolculuğu yeniden görünür kılmak, genç nesillerin hafızasında yeni bir kapı aralamak amacıyla çekildi. Bir bakıma bu belgesel, tarihimizin sessiz sayfaları arasında kalmış bir sorumluluğun, gecikmiş bir vefa borcunun ödenmesidir.
Bir kültür yolculuğu: Buhara’dan Kırcaali’ye
Kırca Ali’nin yolculuğu, Ahmet Yesevî geleneğinin nefesiyle yoğrulmuş bir Türk-İslâm irfan yürüyüşüdür. Matüridîliğin akılcılığı, Bektaşîliğin insan merkezli felsefesi ve Türk’ün Kızıl Elma ülküsü bu yolculukta birleşir.
Sultan I. Murat’ın fermanıyla 14. yüzyılda bugünkü Kırcaali bölgesine yerleşen Kırcı Ali ve tebası, sadece bir mekânın değil, bir kimliğin de kurucuları oldular. 1530 yılında bu topraklara onun adının verilmesi boşuna değildir; çünkü Kırcaali, bir şehrin adı olmadan önce bir mücadele mirasıdır.
Belgeselin en güçlü yanı da işte burada ortaya çıkıyor:
Bir yerleşim yerinin adından daha geniş bir anlamın kapısını aralıyor ve “Bu isim nasıl kazanıldı?” sorusuna yanıt veriyor.
Zulümle kesintiye uğrayan hafıza
Osmanlı’nın hoşgörü temelli idaresi altında Bulgaristan’daki halk dilini, dinini ve kültürünü koruyabildi. Ancak bu düzenin bozulmasıyla birlikte Türk kimliği hedef haline geldi.
1878’den sonra Bulgaristan yönetimleri tarafından uygulanan sistemli asimilasyon politikaları;
dilin yasaklanmasından ibadetin engellenmesine, aydınların susturulmasından mezar taşlarının dahi tahrip edilmesine kadar uzandı.
1989’da 350 bin Türk’ün üç ayda Türkiye’ye göçe zorlanması, toplumun belleğine kazınmış bir travma olarak hâlâ tazeliğini koruyor.
Bugün bile bu hafızayı zayıflatmak, gençlerin köklerinden kopmasını sağlamak için ince politikalar yürütülüyor. İşte tam da bu yüzden Kırcaali Efsanesi belgeseli bir filmden daha fazlası; tarihî bir uyarı, bir hatırlatma niteliği taşıyor.
Gençliğe açık bir çağrı: “Kökünü bilmeyen, yönünü bulamaz”
Belgeselin en önemli hedefi; Bulgaristan Türk gençliğine ve Türk Dünyası’na bir sesleniş niteliği taşıması.
Çünkü kimliğini bilen gençler:
-
Tarihin edilgen değil, aktif öznesi olur.
-
Haklarını savunur, sesini yükseltir.
-
Kendi geleceğini kendi inşa eder.
Bugün gençlere düşen en büyük görev;
köklerine sahip çıkmak, geçmişin mücadelesini anlamak ve bu toprakların hangi bedellerle vatan kılındığını bilmek.
Çünkü tarih bize şunu öğretir:
Eğer tarihi siz yazmazsanız, başkaları yazdığında adı “hikâye” değil, “kayıp” olur.
Bir vefa borcu olarak belgesel
“Kırcaali Efsanesi”, Kırcı Ali’ye, onun kahraman dava arkadaşlarına ve geçmişin görünmez mimarlarına adanmış bir çalışmadır.
Bu belgesel; şehitlere, gazilere ve Balkan Türkleri’nin asırlık mücadelesine duyulan saygının bir ifadesidir.
Sadece bir anlatı değil; bir toplumun kendi kendine söylediği şu cümlenin somut hâlidir:
“Unutursak yok oluruz; hatırlarsak yeniden diriliriz.”
Kırcaali Efsanesi belgeseli, Balkan Türkleri için bir başlangıçtır.
Bir yeniden hatırlayışın, bir kimlik dirilişinin ve geleceğe güvenle yürüyüşün kapısıdır.
Bugün izleyen herkes, sadece bir film izlemeyecek; bir hafıza yolculuğuna çıkacak.
Ve belki de asıl soru zihnimizde şöyle yankılanacaktır:
“Bu topraklara adını verenlerin mirasına biz ne kadar sahip çıkıyoruz?”
