Raziye ÇAKIR
Bazı sorular vardır ki sorulması bile bir meseleyi anlamamaktan doğar. “Bulgaristan Türkleri Türk mü?” sorusu, hem tarihsel hem de insani bir boyutta, yanlış bir algının ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Bu soru, ne Balkanların tarihini bilen biri tarafından sorulur ne de Bulgaristan Türklerini tanıyan biri tarafından. O halde, neden hâlâ bu tür sorularla karşılaşıyoruz?
Öncelikle, kimlik meselesine dair yanlış bir yaklaşım var.
Türk kimliği, yalnızca bir coğrafyaya veya bir yönetim sınırına sıkışmış bir kavram değildir. Balkanlar’daki Türkler, Osmanlı’nın bölgeyi fethettiği dönemden itibaren sadece birer yerleşimci değil, aynı zamanda bölgenin manevi ve kültürel dokusunu şekillendiren aktörler olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu, fethettiği topraklara yalnızca asker göndermemiş; çiftçiler, esnaf ve ulema gibi sosyal gruplar da bu topraklara kök salmıştır. İşte bu insanlar, bugün “Evlad-ı Fatihan” olarak anılan, Balkanların ruhunu taşıyan topluluklardır.
Bu noktada “Türk müsünüz?” sorusu neden sinir bozucu?
Çünkü bu, onların tarih boyunca yaşadıklarını yok sayan, kimliklerini sorgulayan bir tavırdır. Bulgaristan Türkleri, Osmanlı’nın ardından, özellikle 20. yüzyılda birçok zorlukla karşılaştılar. Kimlik değiştirme baskıları, isim asimilasyonu ve göçe zorlanma politikalarıyla kimliklerini unutturmaya çalıştılar. Ancak tüm bu baskılara rağmen, Türk olduklarını, Türklüklerini muhafaza ederek bugünlere geldiler. Bir insanın, doğduğu topraklarda kimliğini korumak için bu kadar mücadele vermesi, onun kim olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koyar.
O zaman neden hâlâ bu tür sorularla karşılaşıyoruz?
Bunun cevabı, Balkanlar’da yaşanan göçlerin, Osmanlı sonrası politikaların ve Batı’nın oluşturduğu yeni ulus-devlet anlayışının etkilerinde saklı. Türk kimliği, Balkan topraklarında bazen “yerel” bazen “azınlık” olarak görülmüş, ama hiçbir zaman tam anlamıyla hak ettiği şekilde kavranmamıştır. Bugün bile bu coğrafyalara dışarıdan bakan bir göz, Bulgaristan Türklerini bir “farklılık” olarak algılayabilir. Ancak bu algı, tarihi, kültürü ve kimliği görmezden gelmekten başka bir şey değildir.
Burada Prof. Dr. Tufan Gündüz’ün yaklaşımı önemli bir hatırlatmadır.
Gündüz, tarihsel köklerin ve “Evlad-ı Fatihan” olgusunun altını çizerek, Balkan Türklerini anlamamız gerektiğini vurgular. Balkanlarda yaşayan Türkler, Anadolu Türklerinden farklı bir millet değil, aynı kökün dallarıdır. Onların yaşadığı acılar, kimlik mücadeleleri ve ayakta kalma iradeleri, Türk milletinin bir parçası olduklarını kanıtlar niteliktedir.
“Bulgaristan Türkleri Türk mü?” sorusunun cevabı açıktır, fakat bu soruyu soran zihniyetin eksik bıraktığı bir şey var: Balkan Türklerini anlamak, sadece onların kimliklerini sorgulamakla değil, onları tanımak ve tarihsel bağlarımızı yeniden hatırlamakla mümkün olur. Bu yüzden, kim olduklarını sorgulamak yerine, onların hikâyelerini öğrenmeli, mücadelelerine sahip çıkmalı ve onları Türk milletinin bir parçası olarak görmekten öte anlamlandırmalıyız.
Sonuç olarak, Bulgaristan Türkleri Türk mü diye sormak, yanlış bir sorudur.
Onlar, Balkanların kimliğini, Türk milletinin manevi mirasını taşıyan bir topluluktur. Asıl mesele, onların yaşadığı sorunlara ve mücadelelere ne kadar duyarlı olduğumuzdur. Türk mü sorusunu bırakıp,
“Onlara nasıl destek olabiliriz?” sorusunu sormanın vakti gelmiştir. Çünkü onlar, yalnızca bir azınlık değil; tarihin, kültürün ve Türklüğün yaşayan birer parçasıdır.