Raziye ÇAKIR
Kadim medeniyetimizin gönül insanları, bilge alimleri ve vefalı bireyleri, zamanın her döneminde olduğu gibi bugün de aramızda var olmaya devam ediyor. Bu hikaye, sadece bir kıssa değil; aynı zamanda insanoğlunun şükür, sabır, cömertlik ve imtihan yolculuğuna bir ışık tutuyor.
Bağdat’ın kıtlıkla kavrulduğu o yıllarda, her kesimden insan bu zorluğu iliklerine kadar hissediyordu.
Ancak en çok acıyı çekenler, yevmiyeyle geçinen hamallar olmuştu.
Günlerdir karnına bir lokma girmemiş bir hamal, sokak arasında ekmek kokusuyla dolup taşan bir evin kapısına varır. Yalvarır: “Allah rızası için biraz ekmek! Günlerdir açım.”
Evdeki kadın, tandırın başında pişirdiği ekmekleri, hiç düşünmeden kızına uzatır:
“Ver şu adama, açlıktan ölmesin.”
Kız, ekmekleri katlar, aç hamala uzatır. Hamalın sevincine sınır yoktur.
Karnını doyuracak ekmeğe kavuşmuş, mutlulukla evine doğru yol alır.
Fakat bu mutluluk, yoldan geçen başka bir adamın kıskançlığına ve fitnesine yenik düşer.
Adam, hamalı durdurup ekmeği hangi evden aldığını sorar.
İşaret edilen evi öğrenince, öfkeyle o kapıya dayanır. Kadını ve kızını azarlayıp, sopayla kızın ekmek veren eline vurur. Kızcağızın eli çarpılır, sakat kalır. Bu manzara, hem evde hem gönüllerde derin bir iz bırakır.
Ancak Allah’ın adaleti şaşmaz. Şükürsüzlük ve cimriliğin bedeli ağır olur.
Adamın işleri bozulur, dükkanını satmak zorunda kalır.
Gün gelir, ailesiyle ekmek dahi alamayacak hale düşer. O kadar ki, kızını çarşıya gönderir, borç para istemesi için. Kız, utana sıkıla, eski dükkanlarının önünde bir tanıdık görme umuduyla bekler. Ve tanrı bir kapı açar.
O sırada oradan geçen, yeni dükkan sahibi olan genç bir adam, kızcağızın halini fark eder.
Yardım ederken, onun sakladığı eli dikkatini çeker. Hikayeyi öğrendiğinde, bir gerçeği fark eder:
Kendisinin yıllar önce ekmek isteyen o aç hamal olduğunu…
Ve bu kızın, o ekmeği veren masum elleriyle ona iyilik eden kişi olduğunu…
İşte o an, kader iki gönlü bir araya getirir.
Adam bağırır:
“Ben o gün aç bir hamaldım! Babanın şükürsüzlüğü benim rızkımı artırdı.
Ama şimdi sana ve ailene yardımcı olma sırası bende. Haydi, birlikte yeni bir başlangıç yapalım.”
Bu hikaye, insanoğlunun şükretmesi, paylaşması ve gönül zenginliğini koruması gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Kur’an’da buyurulduğu gibi:
“Şükrederseniz nimetimi artırırım. Ama nankörlük ederseniz, bilin ki azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)
Şükür, nimeti artırır; nankörlük ise bereketi kurutur. Her lokmanın bir dua, her iyiliğin bir imtihan olduğunu unutmadan, bizlere verilen nimetleri paylaşmalı ve gönül zenginliğini çoğaltmalıyız.
Saygısını yitirmemiş herkesle yürünecek bir yolumuz var. Doğru insan, yalnızca yanında değil, ardında da aynı kalandır. Öyleyse, yolumuz kıymet bilen insanlara köprü olsun. Ve unutmayalım:
“Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.” – Hz. Mevlânâ
