İbrahim SOYTÜRK
Tarih, yalnızca yaşanan olayların kronolojik bir sıralaması değil, aynı zamanda gizlenen gerçeklerin ve çözülemeyen sırların buluştuğu bir alandır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü, bu bağlamda üzerinde çokça konuşulan, tartışılan ve hala açıklığa kavuşmamış bir meseledir. Büyük bir liderin ölümü ardında pek çok soru işareti, çelişkili raporlar ve iddialar bırakmıştır. Ancak Atatürk gibi bir dehanın ölümü kadar, ölümüne giden süreçte yaşananlar da oldukça dikkat çekicidir.
Otopsi Yapılmadı: Neden?
Atatürk’ün ölümünün ardından otopsi yapılmamış olması, bu büyük liderin son günlerine dair en büyük soru işaretlerinden biridir. 10 Kasım 1938 sabahı, Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yuman Atatürk’ün ölüm sebebi olarak farklı raporlar sunulmuştur. İlk raporda ölüm sebebi “karın içinde sıvı birikmesi ve asit toplanması” olarak belirtilirken, daha sonra bunun “alkole bağlı siroz” olduğu iddia edilmiştir.
Ancak bu raporlar arasında ciddi çelişkiler bulunmaktadır.
Otopsi yapılmaması, Atatürk’ün ölümü üzerindeki komplo teorilerini güçlendirmiştir.
Bu karar, ölümün doğal sebeplerden mi yoksa bir müdahale sonucu mu gerçekleştiğini anlamayı imkânsız kılmıştır. Üstelik, bu otopsi talebinin bazı çevreler tarafından özellikle engellendiği yönündeki iddialar, dönemin masonik yapılarının ve uluslararası güç odaklarının etkisini işaret eder.
Masonlarla Savaşı ve Ölümüne Giden Süreç
Atatürk’ün mason localarını kapatması, yalnızca Türkiye’de değil, uluslararası arenada da geniş yankılar uyandırmıştır. 1935 yılında masonlara karşı sert bir tutum sergileyen Atatürk, Türkiye’deki locaların faaliyetlerini durdurmuş ve masonik yapıları kapatmıştır. Atatürk’ün bu kararı, yalnızca bir ideolojik mücadele değil, aynı zamanda ulusal bağımsızlığı koruma çabasıydı. Ancak bu karar, masonik çevreler tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır.
Yunanistan’da yayımlanan bir gazete, mason liderlerinden Avram Benaroyas’ın “O sarı lider ortadan kaldırılacaktır” şeklindeki ifadelerine yer vermiştir.
Bu iddia, Atatürk’ün uluslararası bir komplo ile hedef alındığına dair teorileri güçlendirmektedir.
Yanlış Tedavi mi, Bilinçli Zehirlenme mi?
Atatürk’ün hastalığı boyunca uygulanan tedavi yöntemleri de ciddi bir tartışma konusudur.
Özellikle kullanılan ilaçlar ve tedavi protokolleri, Atatürk’ün zehirlendiği iddialarını destekler niteliktedir. “Kinin” adı verilen ve sıtma tedavisinde kullanılan ilacın aşırı dozda verilmesi, Atatürk’ün karaciğerinde geri dönüşü olmayan hasarlara yol açmıştır. Bunun yanı sıra, “Salyrgan” gibi toksik ilaçların kullanımı, tedavi sürecindeki bilinçsizliğin ya da kasıtlı müdahalelerin bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.
Yabancı bir doktorun raporunda Atatürk’ün yanlış tedavi edildiği açıkça belirtilmiş,
Ancak bu raporun dönemin iktidar çevreleri tarafından görmezden gelindiği iddia edilmiştir. Bu durum, Atatürk’ün ölümüne dair kasıtlı bir ihmal ya da planlı bir zehirlenme şüphesini güçlendirmiştir.
Ölüm Sonrası Türkiye: Masonik Faaliyetlerin Yeniden Başlaması
Atatürk’ün ölümünün hemen ardından, İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde mason locaları yeniden açılmıştır.
Atatürk hayattayken ülkeden uzaklaştırdığı bazı uluslararası sermaye grupları, onun ölümünün ardından Türkiye’ye yeniden yerleşmiştir. Özellikle Rothschild ve Rockefeller ailelerinin Türkiye üzerindeki etkisi, bu süreçte belirgin bir şekilde artmıştır.
Atatürk’ün ölümüyle birlikte, onun bağımsızlık ve ulusal egemenlik ilkelerine aykırı adımların atılması, ölümünün arkasında uluslararası güçlerin parmağı olduğu iddialarını güçlendirmektedir.
Atatürk’ün Şehadeti ve Bugüne Mesajı
Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca Türkiye’nin değil, dünya tarihinin en önemli liderlerinden biridir.
Onun ölümü, halen tam olarak aydınlatılamamış bir sır olarak durmaktadır.